Paylaşmak Güzeldir!

Eğitim kurumlarını farklı şekillerde değerlendirmek mümkündür. Kimine göre insanlığın gelişimi, toplumun zenginleşmesi, gelişmiş toplum olmanın gereği olarak değerlendirilirken, kimilerine göre ise insanların girişimciliğini engelleyen, onu dar kalıplara sıkıştıran, insan zihninin yaratıcı düşünmesini engelleyen durağan kurumlar olarak değerlendirilmektedir.

Aslında eğitim kurumlarını olumsuz değerlendirenler daha çok okulların program merkezli eğitim verdiği zamanlarda (örneğin günümüzden 50-60 yıl öncesinde) şiddetli eleştiriler getiriyorlardı. Program merkezli eğitim kurumlarında öğrencilerin kendi bireyselliğinden (ilgi ve yeteneklerinden) ziyade programlardaki hedeflere ulaşıp ulaşmadıkları daha önemliydi. Ancak insanoğlunun her bir bireyinin farklı ilgi ve yetenek alanlarında farklı düzeylerde olduğu gerçeği fark edilemediği için öğrencilerin tek seçeneği vardı, o da bütün derslerde başarılı olmak. Çok yetenekli oldukları halde okul başarıları düşük olan insanların sayısı fazlaydı ve bu durum eğitim kurumlarına yönelik yapılan eleştirileri bir noktada haklı kılıyordu.

Geleneksel eğitim anlayışının ve yapısının bazı toplumsal sorunları çözememesi ve ilerleme sağlayamaması da sorgulandı. Ayrıca bilimsel gelişmeye ve buna paralel olarak sosyal bilimlere (eğitim, psikoloji vb.) yönelik yapılan araştırmalara aktarılan kaynaklar arttıkça yeni bilgilere, sonuçlara ulaşıldı. Var olan eğitim yapısıyla toplumsal gelişmeye cevap verilemeyeceği görüldüğünde eğitimde yeni arayışlara gidildi. Eğitim programları güncellendi, eğitime farklı yaklaşımlar geliştirildi. Bunun sonucu olarak öğrenci merkezli eğitim yaklaşımları güçlendi ve benimsendi. Program merkezli yaklaşımdan öğrenci merkezli yaklaşıma bir geçiş yaşandı. Eğitimde bir noktada başarısızlıktan çok başarı ölçülür hale geldi. İnsanların farklı alanlarda farklı yetenek düzeylerinde oldukları gerçeği, insanların toplumda yeteneklerine uygun olarak yer edinmelerinin önünü açtı. Yani toplumsal hareketliliğin motorunu insanların yeteneklerine göre eğitim görmeleri ve çalışmaları oluşturdu.

Gelinen bu noktada eğitim programlarının öğrencinin sadece bilişsel gelişimini değil onun sosyal ve duygusal gelişimlerini de desteklemesi amaçlanmıştır. Bu amaca gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere göre daha çok yaklaşmıştır. Eğitim programlarının içine bilişsel gelişimi destekleyici kazanımların yanı sıra öğrencilerin her şeyden önce insan olduğu gerçeğinden hareketle onların hayatları boyunca işlerine yarayacak yaşam becerileri de eklemişlerdir. Öğrenci okul yılları boyunca eğitim programlarında yer alan bilişsel kazanımlar yanında çeşitli yaşam becerileri de edinmektedir. Hatta insan kaynağının önemini bilen ülkeler liderlik eğitimini bile okullarda vermektedirler. Liderlik eğitimi, zaman yönetimi, başarılı insanın temel özellikleri vb. gibi konulardaki beceriler okulla birlikte kazandırılmaktadır. Ülkeler geliştikçe, toplumlar her yönüyle daha karmaşık hale geldikçe eğitimin önemi daha da büyümektedir. Günümüzden 50-60 yıl önce eğitim kurumlarından yararlanmadan toplumda önemli bir noktaya gelmek mümkün olabiliyordu. Günümüzde ise iyi eğitimli ve özgün fikirleri olan kişiler daha genç yaşta zengin olabiliyorlar.

Ülkemizde ise durum maalesef gelişmiş ülkelerdekine paralel olamıyor. Bunun çeşitli nedenleri var kuşkusuz ancak birçok yazıya konu olan sınav odaklı eğitim eğitimimizin en kötü yanını oluşturmaktadır. İlköğretimin ilk birkaç yılı hariç öğrenciler sürekli bir sınav baskısı altında yetişmektedir. Bu baskıyı sadece öğrenciler değil, aileler, öğretmenler ve yöneticiler de yaşamaktadır. Sınav odaklı eğitim nedeniyle bilişsel yönden gelişmiş ancak duygusal, sosyal yönden zayıf kalmış, her zaman gereksinim duyacağı çeşitli yaşam becerilerinden yoksun gençler mezun olmaktadır. Bu durum sosyal hayatımıza zarar vermektedir. Daha ilköğretim yıllarında güzel yazı yazma alışkanlığı, güzel sanatlara hayranlık, zaman yönetimi, verimli çalışma becerileri, duygusal kararlılık, liderlik, kişisel ve sosyal sorumluluk alabilme, kendini ifade edebilme, sağlıklı iletişim kurabilme, ekip çalışması vb. gibi yaşam becerileri kazanması gerekiyor. Ortaöğretimde bunlara ek olarak kariyer planlaması, kariyer yönetimi vb. yeni beceriler edinerek mezun olması gerekiyor. Ancak bilişsel alandaki öğrenme performansına verilen önem öğrencinin diğer boyutlar açısından gelişmesini engellemektedir.

Sonuç olarak öğrenci merkezli eğitime geçmemize rağmen sonuçlar noktasında ülke olarak sıkıntılarımız bulunmaktadır. 21. Yüzyılda Türkiye’nin ve Türk gençlerinin dünyada biz de varız diyebilmesi için sadece bilişsel yönden değil, duygusal, sosyal vb. diğer yönlerden de yeteneklerinin her zerresinin iyi eğitilmesi, etkinlik temelli yani yaşantıya dayalı bir eğitim sürecinden geçmesi gerekmektedir. Türk gençliği kendini her yönüyle yetiştirerek, geliştirerek atalarına layık olabilir. Çünkü dünyaya medeniyet yayan ataları döneminin hep en iyileri arasında olmuştu. Sevgi ve saygılarımla…

Bir Yorum Yaz