Etiket

milliyetçilik

Tarama

Aydınlanma, çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Diğer yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir.

Aydınlanma hareketleri toplumların dönüşümünde önemli bir unsurdur. Genel itibariyle toplumsal kalkınmanın sağlandığı bu aşamanın oluşması oldukça güç şartlarda gerçekleşmektedir. Asıl önemli olan toplumsal gelişmenin anahtarı durumundaki aydınlanma hareketlerinin toplumsal ihtiyaç haline getirilmesidir. Bu toplumsal güdünün sağlanması ortak toplumsal ihtiyaç etrafında birleşmekle mümkün olur.

Bir toplumu oluşturan bireyler toplumun refahını ve mutluluğunu kendi refah ve mutluluğundan daha üstün saydıkları takdirde toplumsal kalkınma gerçekleşebilir. Yani bir kitle hareketi bireyselcilikten toplumcuğa doğru yönelirse başarı kazanır. Aydınlanma ise başlı başına toplumsal kalkınma dinamiklerinin önünün açılmasıdır. Toplumu çağdaş bir seviyeye sokarak toplumsal kalkınmayı gerçekleştirmek aydınlanmacı hareketin amacıdır.

Aydınlamacı hareketlerin gelişmesinde toplumsal birlik ve beraberliğin çok büyük katkıları olmuştur. Bu bakımdan milliyetçilik hareketlerinin yaygınlaştığı toplumlarda aydınlanma hareketleri daha hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir.

Milliyetçilik hareketleri toplumsal bir bütünlük sağlar. Toplumların ortak yapılarının güçlenmesi ve zenginleşmesi milliyetçilik hareketlerinin yaygınlaşmasına bağlıdır. Yaşadığı toplumun refahının söz konusu olduğu durumlarda bireyler ortak duygu etrafında birleşmeyi milliyetçilik hareketleriyle gerçekleştirirler.

Aydınlanma hareketleri, hiç kuşkusuz, toplumsal refahı getirecektir. Bu nedenle milliyetçilik hareketlerinin başladığı yerlerde aydınlanma hareketleri de başlar. Fransız ihtilalı ile yayılışa geçen milliyetçilik hareketleri Avrupa’da aydınlanma anlamında çok hızlı dönüşümlerin yaşanmasına neden olmuştur. Aynı şekilde Japonya’da milliyetçi hareketler yaygınlaşmasaydı, Japonya’nın II. Dünya Savaşından sonra yeniden kalkınması mümkün olmayacaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’yi inanılmaz bir modernleşme sürecine sokmasında da, hiç kuşkusuz, milliyetçi bir heyecanın büyük etkisi olmuştur.

Türkiye’nin kuruluş felsefesinde bulunan Türk milletçiliği düşüncesi, Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkma idealinin bir aracıdır. Bu nedenle Türk milliyetçilik hareketini gerici, şoven ya da ırkçı olarak tanımlamak tamamen deli saçmasıdır.

Nasıl bir milliyetçilik?

Dünya örneklerinde de belirttiğimiz gibi milliyetçilik hareketleri toplumsal aydınlanmada önemli bir rol üstlenmektedir. O halde toplumsal kalkınmada etkisinin çok önemli olduğu bu milletçilik düşüncesinin doğru tahlil edilmesi ve uygulanması çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda, Atatürk’ün belirlediği Türk Milliyetçiliği düşüncesinin çok iyi algılanması gerekmektedir. Atatürk’ün “Dünyanın bize hürmet göstermesini bekliyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren ve fiilen bütün ef’al ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki milli benliği bulunmayan milletler, başka milletlerin şikârıdır.”sözünün Türk milliyetçiliği düşüncesinin temelini oluşturacağı kanaatindeyiz.

Milliyetçilik anlayışının oluşabilmesi için milleti oluşturan unsurların iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. Bir ülkenin asli unsurunu o ülkede yaşayan ve adına millet ya da ulus dediğimiz topluluk temsil eder. Millet; vatan, dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal topluluktur. Bu açıdan bakıldığında milleti oluşturan unsurları şu şekilde ifade etmek mümkündür:

Maddi unsurlar: Soy birliği, vatan birliği ve ekonomi birliğidir.

Manevi unsurlar: Dil birliği, din birliği ve dilek birliğidir.

Milleti oluşturan unsurlar, toplusal birliği ve beraberliği; milliyetçilik anlayışı da bu biriliğin ve beraberliğin daha da pekişmesini sağlamaktadır. Bu açıdan balkıdığında, aydınlamacı hareketlerin toplum nezlinde daha etkin bir şekilde yaygınlaşabilmesi için mutlaka milliyetçi bir harekete ihtiyaç duymaktadır. Topluma yön veren aydın sınıfının milliyetçi bir düşünceye sahip olması, aydınlanmacı hareketin toplumun eğilimleri doğrultusunda şekillenmesine neden olur. Bu konuya ışık tutması bakımından Atatürk’ün şu sözünü iyi anlaşılmalıdır. “Aydınlarımız, milletimi en mutlu yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapayım der. Ama düşünmeliyiz ki, böyle bir teori hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, başka bir millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği hâlde diğerini bedbaht edebilir. Onun için millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.

Hiçbir aydınlanmacı hareket, milliyetçi bir yapı olmadan başarılı olamayacağı gibi; hiçbir milliyetçi hareketin de aydınlanmacı bir amaç gütmeden yaşabilmesi mümkün değildir. Aydınlanma, toplumun çağa uygun bir yapıya büründürülmesidir. Bu nedenle milliyetçi anlayışılar çağın gereklerini özümsemiş olmalı ve kendini çağa uygun bir şekilde yapılandırmalıdır. Salt söz öbekleri ve sloganlara bağlı bir milliyetçilik anlayışı yerine toplumun ihtiyaç duyduğu kalkınma hedeflerini yerine getirecek bir güven ortamı yaracak eylem safhasına geçmiş milliyetçilik anlayışı, ancak aydınlanmacı anlayışla sağlanabilir.

Toplumumuzun bekası için mutlaka Türk milliyetçiliğinin yaşatılması gerekmektedir. Toplumsal doku ancak Türk milliyetçiğiyle korunabilir. Toplumsal birliği oluşturmada kullanılan bu anlayışla Türk milletinin muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma ülküsü yerine getirilebilir.

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Devlet işlerinin din kurallarına göre değil de yasa ve anayasa kurallarına göre işletilmesidir. Yasalar, anayasanın belirlediği ilklere göre oluşturulmaktadır. Anayasalar ise bir toplumsal mutabakat ürünü olup bağlayıcı temel ilkeler bütünüdür. Anayasalar, devlet gücünü elinde bulunduran erklere sınırsız yetki verilmesini engellemektedir. Güçler ayrılığı prensibine bağlı olarak devlet mekanizmasını elinde bulunduran kişi ve organların otoriter bir yönetime geçmesini anayasa engellemektedir. Anayasal sistemlerde kişi ve hak hürriyetleri güvence altına alınmıştır. Yasa ve anayasalar günün ihtiyaçlarına göre değiştirilebilir niteliktedir.sosyal_medya_da_cig_gibi_buyuyor_sen_de_katil_laiklik_adam_olmaktir_profil_resimlerimizi_bu_gorselle_degistiriyoruz_h82610_00e68
Din kurallarına göre yönetilen devletlerde anayasa ve yasalar din yorumuna göre belirlenir. Hukuk kurallarından sosyal ve ekonomik kurallara kadar bütün faaliyetler dini anlayışa göre oluşturulmaktadır. Bu durumda devletlerin dini yorumlayış biçimleri ya da devleti elinde bulunduran egemen sınıfın dini yorumlama biçimine göre yasa ve anayasa oluşturulur. Sosyal ekonomik ve siyasi farklılıklar göz ardı edilerek tek tip insan odaklı bir mekanizma, dini kurallara göre belirlenen yönetimlerin amacıdır. Devlet işleyişini sorgulamanın dini sorgulamakla eşdeğer tutulduğu bu yönetim biçimleri, dogmatik olduğundan, bir yasa ya da kanunu dönemin şartlarına göre değiştirmek oldukça güç olmaktadır. Bu durum, toplumsal sistemi tıkadığından devlet mekanizmasını daha hantal bir yapıya dönüştürmektedir.
Devlet vatandaşlarına ayrım gözetmeksizin eşit davrandığı sürece adil devlet olma vasfını korur. Din kurallarına göre yönetilen sistemlerde devlet, belli bir inancın temsilcisi olduğundan, diğer inanç guruplarının haklarının ihlal edilme ihtimali yüksektir. Devleti yönetenler, diğer inanç guruplarına, kamusal hizmetlerden yararlanma şartı olarak devletin resmi inancına geçmesini zorunlu kılabilir. Kamu hizmetlerinin adil yapılmamasından kaynaklanan huzursuzluklar yaygınlaşabilir.

laiklik-ilkesi-ve-kadinlarAynı devlet sınırları içesinde yaşayan insanlara ait ortak vatandaşlık kavramı, din esaslarına göre yönetilen devletlerin ümmetçi anlayışlarının daha ağır basmasıyla geçerliliğini yitirebilir. Böylece milli birlik ve beraberlik düşüncesi ciddi yara alır. İnsanlar inanan veya inanmayan ayrımına tabi tutulduğu gibi, aynı dinin farklı mezheplerine göre de bir ayrılığa tabi tutulabilir. Ülke içindeki birlik ve beraberlik ortak din, hatta ortak mezhep etrafında bir arada tutulmak istense bile dinin veya mezhebin farklı yorumları beraberliği zedeleyebilir. Dini kurallar, kutsal kitabın buyrukları veya peygamberin uygulamalarına göre şekillense de, bu kuralları veya uygulamaları ulema sınıfının yorumlama biçimleri etkileyebilir. Özellikle siyasi gücü veya otoriteyi elinde bulunduranların ulema sınıfına yaptıkları baskı nedeniyle dini fetvalarda keyfilikler yaşanabilir. Keyfi dini uygulamalarına bağlı olarak dine dayalı devlet anlayışından, devlete dayalı din anlayışına geçilebilir.

Toplumların gelişimde bilimsel uygulamalar önemli bir yer tutmaktadır. Din ise, bilimsel gelişmeleri kendilerine uygunluğu oranında kabul eder veya reddeder. Bu bağlamda düşünüldüğünde, bilimsel bir gelişmeyi dine uygunluk yönünden denetleyen ulema sınıfının bilimsel olgunluğu, ya da bilimsel gelişmeleri kavrama biçimleri yeterli olmayanlarda, bilimsel ilerlemelere ön yargılı bir bakış gerçekleşebilir. Bilimsel gelişmelerin sıkı bir denetime tabi tutulması, bilim insanları nezdinde bir baskıya dönüşür. Bu durum da bilimsel gelişmelerdeki özgünlüğü ortadan kaldırarak dar kalıplara hapsedilmiş ve taklide dayalı bir bilimsel üretkenliğe dönüşür. Bazı bilimsel gelişmeler din mantığıyla çelişebilir. Bu durum ulema sınıfı tarafından bilimin sadece çelişkili yönünü engellemek yerine o bilimin alanının tümden engellenmesi sorununu ortaya çıkarabilir. Örneğin evrim teorisinin dinsel bakımdan reddedilmesi gereken kısmının insanın tür değiştirerek evrildiği kısmıyken, evrim teorisinin tümden reddedilmesi durumunu ortaya çıkarmıştır. Böylece, Darwin’in ortaya attığı birçok bilimle ilgili metodolojik ilke de yok sayılmaktadır. Bu durum, bilimsel gelişmelerin ana yönteminin yok sayılması anlamına gelir. Dini esaslara göre yönetilen teokratik devletlerin, bilimsel gelişimleri geriden takip etmeleri bu anlayışla açıklanabilir.

 
Emperyalizmin hayat bulduğu yerler genellikle halkın cahil kaldığı, demokrasinin işlemediği ve diktatör yöneticilerin bulunduğu yerlerdir. Emperyalizme ilk darbeyi Mustafa Kemal öncülüğündeki Türkler indirmiştir. Atatürk, Türk halkının işgale uğramasının en büyük sebebini cehalet olarak görmüştür. Bu nedenle daha kurtuluş savaşı yıllarındayken bile halkın eğitimiyle yakından ilgilenmiştir. Türk milletinin bir aydınlanma hareketi gerçekleştirmeden ekonomik ve siyasi bağımsızlığı elde edemeyeceğini görmüştür. Zaten kurtuluş savaşı sonrasında “Artık siperlerimiz kitaplardır. Asıl savaşımız cehalet iledir.” demesi onun yeni Türkiye’yi hangi temel üzerine kuracağını göstermektedir.
Atatürk milli egemenlik ilkesine çok önem veriyordu. Milli egemenlik ancak özgür bireylerin sahip olacağı bir yönetim şeklidir. Bireysel özgürleşme, ancak ve ancak laiklik temeli üzerine inşa edilebilir. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına geldiği gibi din vicdan hürriyeti anlamına da gelebilir. Laiklikte esas, insanların inanıp inanmamaları değildir. Esas olan insanların vicdani kanaat hürriyetleridir. Nitekim Atatürk de milletimizi inançlarında serbest bırakmış ve bunu da laiklikle güvence altına almıştır.
Türkiye’de aydınlanma hareketlerinin ana dinamiğini laiklik ilkesi oluşturmaktadır. Eğitimin bilimsel ve çağdaş şartlarda gerçekleşmesi laiklik ilkesi sayesinde gerçekleşebilir. Ülkede fırsat eşitliğinin sağlanması için insanlarımızın ümmet veya kul olarak tanımlanması yerine vatandaşlık bağı çerçevesinde tanımlanmasına bağlıdır. Ümmetten millete giden yolun en büyük ayağı laiklikle gerçekleşebilir. Türkiye devletine vatandaşlık bağı esasına göre belirlenen Türk milleti kavramı, laiklik ilkesiyle milliliğini korur. Türk milliyetçiliği laiklik olmadan anılamaz. Bu nedenle laiklik ilkesi Atatürk’ün diğer ilkelerinin tamamlayıcısıdır.