Tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, Massagetlerin Kraliçesi “Tomris’i anlamak Türk tarihinin kökeninde kadınların ne kadar önemli bir ere sahip olduğunu idrak etmemizi sağlayacaktır. . Massagetlerin İskitlerin (Skythler) bir kolu olduğu gibi bir Azeri aşireti olduğu iddiaları da bulunmaktadır. Bu durum da Massagetlerin Kraliçesi Tomris’in Türk kökenli olduğunu kanıtlamaktadır. Bir taraftan günümüzden 2545 yıl öncesine yani M.Ö. 529 yılında dönemin şartlarında dünyanın en güçlü devleti olan Perslere diz çöktüren Tomris, diğer taraftan da dönemin en güçlü devletlerine diz çöktüren Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe iz bırakan özelliklerine bakmakta fayda vardır.
Tomris, eşini kaybettikten sonra tek uğraşı oğlu Spargapises’in eğitimi olmuştu. Oğlunu bir an önce ülkeyi yönetecek kıvama getirme gayreti içerisindeydi. Anca ülke yönetimini de aksatmadan gelişmeleri yakından takip etmekteydi. O dönemde ülke için en büyük tehdit olan Pers Ordusu’nun Aras Nehrine doğru ilerlemesi Tomris’i harekete geçirdi.
Kendi ordusunun kurmaylarıyla yapılan toplantı sonucunda Perslilere barış teklif etme kararı çıkmıştı. Şimdi ise bir metin yazması ve Perslilerin Büyük Kralı Kiros’a yollaması gerekiyordu. Bu metni yazarken en ufak korku ibaresi olmamalıydı. Hem cesur bir metin olmalı hem de barışa razı edici bir tarz kullanmalıydı. Aklında onlarca fikir uçuşuyordu ama bu fikirlerden en öne çıkanı Kiros’un evlilik teklifiydi. Kiros’un bilmem kaçıncı eşi olup ülkesini Kiros’un eline verirse halkını büyük bir kırımdan kurtarabilirdi. Kiros’un Babillilere yaptıkları ortadayken böyle bir fedakârlık yapmalı mıydı? Ancak az sonra bu düşünce uçup gitti. Çünkü bunun bir hile olduğu besbelliydi. Şu anda savaşarak belki ölmek vardı evet ama diğer türlüsü sadece Kiros’un inisiyatifine kalacaktı.
Bunun üzerine yazıcılarını çağırttı ve Pers imparatoru Kiros’a açıkça meydan okuyan bir mektup yazdırttı. Tomris’in ültimatomundan sonra Pers ordusu Aras’ın öbür yanına geçti ve ordugâh kurdu. Kiros, ordususun önüne çapulcu takımını koydu ve asıl vurucu gücü nehre doğru geri çekti. Amacı Massaget’leri yani Tomris’in ordusunu bu çapulcu takımıyla o yoracak sonra da asıl vurucu güçle üstlerine yürüyüp işi bitirecekti.
Savaş hazırlıkları artık bitmişti ve son hazırlıklar için tüm komutanlar kraliçe çadırında toplanmıştı. Tomris arkadaşları ve komutanlarıyla vedalaştıktan sonra ordunun önüne çıktı ve şanına yaraşır bir konuşma yaptı. Konuşmasında bu hat aşılırsa geride bekleyen annelerin ve kızların uğrayacağı tecavüzleri, erkek çocukların hadım edilip Pers saraylarında köle olacağını bir bir anlattı. Haksızda sayılmazdı. Persliler içinde en yaygın ticaret küçükken iğdiş edilen erkek çocukların yüksek paralarla satılmasıydı. Ele geçirilen topraklardan köleleştirilen insanlarla bu iş bir sektör haline getirilmişti.
Massaget ordusunun üçte biri Tomris’in oğlu Spargapises önderliğinde saldırıya geçti ve ordu bu ilk savaştan büyük bir galibiyetle ayrıldı. Ancak bu Perslilerin bir tuzağıydı ve asıl ordularıyla saldıra geçip Spargapises’i esir aldılar. Spargapises bulduğu ilk fırsatta canına kıydı. Bu haberi alan Tomris derin bir kedere boğuldu. Sonra ordusuyla Pers ordusunun üzerine yürüdü ve Aras nehri kıyısında Kiros’un ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Bir kadının, bir annenin gerektiğinde ne kadar güçlü olabileceğini anlatan bu hikâyeden günümüze geldiğimizde fikren binlerce yıl öncesine göre daha yobaz düşüncelerin hala yaşadığına tanık olmaktayız.
Bir kere kadın eksik yaratılmamıştır. Eksik olan bilinçtir, şuurdur, vicdandır ve insaniyettir. Kadını ikinci plana atmak en büyük insanlık düşmanlığıdır.
Hayatını savaş meydanlarında geçirmiş ve her bulduğu fırsatta ülkesinin kalkınması için olan üstü çaba harcayan Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınına haklarını vermek için birçok atılama imza atmıştır. Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, yükselmeye layıksın.” sözü tarihe ışık tutacak bir sözüdür. Türk kadının değerini anlaması onun binlerce yıllık tarih birikimine sahip çıktığının bir göstergesidir. Atatürk kadınlarımızı kilitlendiği kafeslerinde kurtarıp onları binlerce yıl öncesindeki layık olduğu yere topluma eşit ve hür birey olduğu yere geri göndermiştir.
Atatürk’le kadın cariye, köle ve görevi sadece kocasını memnun etmek olduğu anlayıştan kurtulmuştur. Atatürk Türk kadının içindeki Tomris ruhunu tekrar diriltmiştir. Bu nedenle kadınlarımız kendi kimliklerini sadece 600 yıllık tarih birikimine göre değil de binlerce yıllık birikimlerine bakarak bulmak zorundalar..
Kadına yönelik şiddet haberlerinde son yıllarda ciddi artışlar olmaktadır. Bu haberlerde ülkemizin dünyada özellikle de Avrupa’da ilk sıralarda yer aldığı konusu ağırlık kazanmaktadır. Ancak burada bir durum göz ardı edilmektedir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin eski dönemlerle kıyaslanması fazla yapılmamaktadır.
Son yıllarda kadına yönelik şiddet konusunda daha sağlıklı araştırmalar ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Ayrıca kadınlarımız artık uğradıkları şiddeti eskiye oranla daha kolay dile getirmeye başlamışlardır. Kadınların mağduriyetlerini daha kolay anlatmasında kuşkusuz ki toplum baskısının bir nevi azalması etkili olmaktadır. Eskiden kadının mağduriyetinde ilk hedefte olan kadındı. Şiddete uğramış bir kadın toplum tarafında adeta linç edilirdi. Özellikle cinsel şiddete uğrayan kadınlara toplum intihardan başka bir kurtuluş çaresi bırakmazdı. Cinsel istismar veya cinsel şiddete maruz bir kadının varsa evlilik hayatı sona erer, işinden atılır, toplumdan dışlanır ve uğradığı şiddet alenen dillendirildiğinden kadının toplum karşısında rencide edilmesi sağlanırdı. Kadına şiddet uygulayan erkeğe fazla bir yaptırım yapılmaz ve işlediği suç kadın mağduriyetinin artmasıyla aklanırdı.
Günümüzde yapılan birçok araştırmada kadına yönelik şiddetin giderek arttığı kanısı yaygınlaşmaktadır. Ancak burada üzerinde durmamız gereken nokta kadına şiddet konusunun eskisine göre daha fazla kayıt altına alınmaktadır. Aslında kaotik bir durumla karşılaşıyoruz. Artışın eskiyle kıyaslandığı zaman fazla bir değişikliğin olamadığı yönündedir. Kadının iş, eğitim ve sosyal alanda aktifleşmesi, kendini eşiti birey olarak görmeye başlaması, kadınlarda hak arama bilincinin oluşmasını sağlamaktadır. Eskiden birçok yerde alenen kadının fiziksel şiddete tabi olduğunu görürdük. O zaman yayın inanç eşi veya babası tarafından şiddete maruz kalan bir kadına toplum, bu durumu aile içi bir mesele olarak baktığı için fazla müdahale etmezdi. Eşine veya kızına şiddet uygulayan bir erkeği şikâyet etmek birçok kişinin aklının ucuna bile gelmezdi. Dolayısıyla gerek emniyet gerekse hastane kayıtlarında kadına uygulanan şiddetle ilgili fazla bir veri bulunmazdı. Toplumda “eşidir döver de sever de” anlayışı hâkim olduğundan kadına uygulanan şiddeti sorun olarak algılanması fazla yaygın değildi.
Kadınlar aile ortamında erkek egemen bir anlayışla yetiştirildiklerinden, erkeğin kadına uyguladığı şiddeti, erkeğin bir hakkı olarak algılardı. Günümüzde birçok kadının hala erkeğin üstün olduğuna inanması, kadının çocukluğundan itibaren erkek egemen bir anlayışla yetiştirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Kadınlar ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleriyle, artık uğradıkları şiddeti daha kolay dile getirmeye başlamışlardır. Özellikle kadınlara sağlanan iş güvenliği sayesinde kadınlar uğradıkları mağduriyet için eskisinden daha fazla şikâyetçi olmaya başlamışlardır. Eskiden boşanan bir kadının her türlü şiddeti ve taciz hak ettiği anlayışı oldukça yaygındı. Boşanma sadece erkeğe mahsus bir hak olarak algılandığından, hangi sebeple olursa olsun boşanan bir kadın dul yaftasıyla toplum tarafından cezalandırıldı. Çok daha eski dönemlerde bir kadının erkeğin evine beyaz gelinlikle gelip ancak ve ancak beyaz kefenle çıkacağı inancı yaygındı. Böylece bir kadın aile içinde ne kadar işkence ve şiddete maruz kalırsa kalsın boşanma diye bir haktan asla söz edemezdi.
Eskiden aileler genellikle çok kalabalık bir yapıdaydı. Bir evde anne- baba, gelin-damat bir arada bulunduğundan aile mahremiyeti pek mümkün olmazdı. Kalabalık, çok çocuklu ailelerde kadının uğradığı şiddeti dile getireceği ne zamanı vardı, ne de imkanı. Böylece hemen hemen her ailede meydana gelen kadın şiddeti çoğu kez kayıt altına alınamazdı. Kadına yönelik şiddet sadece cinayet durumunda dile getirilirdi. Cinayet durumunda bile erkek masum gösterilmeye çalışılırdı.
Günümüzde ülkeminiz, maalesef dünyada kadına yönelik şiddet konuşunsa çok kötü durumdadır. Ancak kadına yönelik şiddetin fazla olması cumhuriyetle birlikte gelişen bir sorun değildir. Aksine cumhuriyet kazanımları sayesinde kadınlarımızın daha da bilinçlenmesiyle şiddete karşı daha korunaklı hale gelmişlerdir. Çıkarılan birçok yasa özellikle kadın mağduriyetini gidermek içindir. Yasalar kadınlar lehine çok önemli haklar içermektedir. Sorun yasalarda değil, tolumun algısındadır.
Kadının bilinçlenmesiyle, kadınlarda hak arama düşüncesi daha da yaygınlaşacaktır. Bazı kesimlerin başta karma eğitim olmak üzere, kadını toplumdan dışlama çabaları erkek egemen zihniyetlerinin devamlılığını sağlama amacından kaynaklanır. Toplumdan dışlanmış, sinmiş ve cahil bırakılmış kadın onlara kölelik yapabilir. Bu yüzden kadına yönelik şiddetin azaltılması için kadın, toplumda, çevrede, sokakta, okulda ve işyerinde daha fazla bulunmak zorundadır.
Yasalar, kadını korumaya yönelik birçok kazanım içerse de bazı yasa uygulayıcıların erkek egemen, cinsiyetçi tavırları nedeniyle geçmişi artmayan kadın mağduriyetlerine tanık olmaktayız. Kadın dayanışması, uygulamalardan kaynaklanan mağduriyetleri giderecektir. Yeter ki kadınlarımız bilinçlensin.