Etiket

kuraklık

Tarama

Ülkemiz orta kuşakta önemli bir kavşak noktasında bulunmaktadır. Gerek iklim, gerekse bitki çeşitşlşliği yönünden tarihin her döneminde cazibe merkezi haline gelmiştir. Bu vasfını günümzde de sürdürmesie karşın son zamanlarda gerek doğal gerekse de beşeri şartlarda meydana gelen olaylar nedeniyle tarımsal üretimde ciddi kayıplar yaşamaya başlamıştır.
Türkye’nin üç tarafının denizlerle çevrili olması ve sahip olduğu akarsular, Türkiye’yi maalesef su zengini bir ülke yapmıyor. Dağların genel hatlarıyla doğu batı doğrultusunda uzanması ve yükseltinin doğuya ve iç kesimlere doğru artması deniz etkisinin iç kısımlara ulaşmasını engeller. Bu durum, Türkiye’nin büyük bir bölümünün yarı kurak iklim şartlarına sahip olmasına neden olur. Böylece Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı dünya ortlamasının altındadır.
Buna ilaveten küresel iklim değişikliklerinden kaynaklanan etkiler nedeniyle Türkiye’ye düşen yağış miktarında önemli azalmalar meydana gelmektedir. Yapılan derlendirmelere göre, yağış ortlamaları Türkiye’de 630 milimetre civarındayken 2000 yılından itibaren ülkemize düşen yağışlarda yüzde 10 civarında bir azalma söz konusu olmuştur. Küresel iklim değişikliklerinde yaşanan bu olumsuzlukların daha da artacağı değerlendirildiğinde önümüzdeki yıllarda daha kurak bir dönemin gelmesi söz konusudur.
Türkiye nüfusunun gerek hızlı artışı, gerekse de tarım alanlarının korunması konusunda yaşanan yönetimsel zaafiyetler nedeniyle tarım alanlarımız hızla azalmaktadır. Örneğin, 2000 yılında tarım alanlarımız 27 milyon 856 bin hektar idi. Günümüzde nerdeyse tarım alanlarımızda 5 milyon hektarlık bir azalma söz konusu olmuştur. Aynı şekilde çayır ve meralık alanlarımızın yaklaşık yüzde 10’dan fazlasını kaybetmiş durumdayız. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Antalya Ticaret Borsası (ATB) verilerine göre, 2014 sonu itibarıyla Türkiye’de ekilen ve dikilen tarım alanı 23 milyon 943 bin hektar, çayır ve mera arazileriyle toplam tarım alanı da 38 milyon 560 bin hektar olarak belirlendi.
Tarım alanlarımızın amaç dışı kullanımı son yıllarda önemli artışar göstermektedir. Buna küresel iklim şartlarında meydana gelen değişiklikleri de katınca Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ciddi bir gıda kiriziyle karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. 2004 yılında 17 milyon 962 bin hektar olan tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin alanı 2014 yılında 15 milyon 789 bin hektar alana gerilemesi üretimde de ciddi azlamaların olacağını göstermektedir. Türkiye’nin son yıllarda en temel gıda ürünlerini bile dışardan almaya başlaması geleceğimiz için daha ciddi kirizlerin olacağının göstergesidir.
Artık Türkiye bir zamanlar üretimde dünyanın en önemli üretici ülkesi durumunda olduğu tarım ürünlerinin bir kısmını dışardan satın almaya başlamıştır. Şöle ki; 2014 yılına ait TÜİK raporlarına göre soğan ithalatı 29 kat, lahana ithalatı 39 kat, nar ithalatı %136, karpuz ithalatı %122, kırmızı mercimek ithalatı %179, Antep fıstığı ithalatı %63, mandalina ithalatı %63, kaysı ithalatı %54, bezelye ithalatı %29, pirinç ithalatı %47, kuru fasulye ithalatı %38 yeşil mercimek ithalatı %29 ve nohut ithalatı %27 artmıştır. Dünya fındık üretiminin %78’ine sahip olan ülkemiz 6 bin ton fındık ithal etmiştir. 4 milyon 100 bin ton buğday ve 6 ton çavdar ithal edilmiştir.
Yukardaki değerlerin önümüzdeki yıllarda daha da artacağı aşikârdır. Çünkü tarım alanlarımız giderek azalıyor, köyden kente göç korkunç boyutlara ulaşmış durumda ve küresel iklim değişiklikleri artık tehlike çanlarını çalmaya başlamıştır.
Türkiye günümüzde hâlihazırda mevcut potansiyelini kullanarak olası bir gıda krizinin üstesinden gelmektedir. Ancak, bu potansiyellerin de gelecekte tükeneceği açıktır. O zaman artan nüfusun gıda talebi nasıl karşılanacaktır? Bence ülke olarak kafa yormamız gereken en hassas ve önemli konu gıda olmalıdır. Bugün insanları sahip oldukları hemen hemen her şeyden vazgeçmeye ikna edebilirsiniz, ama insanları asla gıdalarından vazgeçmeye ikna edemezsiniz.
Yukarda karamsar tablosunu çizdiğimiz durumlar, yakın gelecekte Türkiye’nin bir kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Tarih boyunca birçok kıtlık felaketi atlatmış bir milletiz. Ancak, günümüzde yaşanan kıtlık felaketinin etkisi geçmiş dönemlerden daha fazla hasar verecektir. Çünkü refaha alışmış bir toplumun hiç refah görmemiş bir topluma nazaran dayanma gücü oldukça zayıftır.

Yağış ile sıcaklık arasında sıkı bir ilişki vardır. Yağışın oluşabilmesi için atmosferdeki bağıl nem oranının artması gerekmektedir. Bağıl nemle sıcaklık ters orantılı bir ilişkiye sahiptir. Yani sıcaklık arttıkça bağıl nem azalmaktadır.

Küresel iklim değişiklikleri hem yağış rejimlerini,  hem de yağış biçimlerini değiştirecek. Küresel ısınmaya bağlı olarak atmosferde bağıl nem oranının azalması, yağış miktarlarının azalmasına neden olabilir. Ancak şu hususu da ihtimal dahilinde bulundurmakta fayda vardır. Hava sıcaklıklarının arması buharlaşma miktarlarını artıracağı için bu durum ani ve şiddetli yağışların da artacağı anlamına gelebilir. Her iki durum da muhtemel tehlikelere gebedir. Birinci durumda, bağıl nemin azalmasıyla kuraklıklar yaşanmaya başlayabilir, ikinci durumda da sel felaketleri yaşanabilir. Doğal felaketlerden en sinsi olanı kuraklıktır. Çünkü kuraklık diğerlerinin aksine önceden kestirilmesi güç olan bir doğal afettir.

Son günlerde güncel tartışmalardan bir olan NASA’nın kuraklıkla ilgili yaptığı tahminlerdir. NASA,  sıcaklık artışlarının neden olacağı bir kuraklığı öngörmektedir. Önümüzdeki yaz mevsiminde kuraklıklığın olup olmayacağı yaz mevsiminde yaşanacak sıcaklık artışına göre belli olacak. Belki sıcaklıkların aşırı artışı buharlaşmaya bağılı belli bir miktar yağış getirse de, ısınan havanın nem kaybı fazla olacağından kuraklık tehlikesi olabilir. Bunu şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz: İç Anadolu bölgesi Güneydoğu Anadolu bölgesinden az yağış aldığı halde, Güneydoğu Anadolu bölgesinde daha fazla kuraklık yaşanmaktadır. Bunun sebebi Güneydoğu Anadolu’da buharlaşma nedeniyle su kaybının daha fazla olmasıdır. NASA’nın tahmin ettiği şey aslında yağışların azalmasına bağlı bir kuraklık değil de buharlaşma artışına bağlı bir kuraklıktır. Nitekim NASA’nın tahminlerini doğrulayan bazı bilimsel bulgular da mevcuttur.

Örneğin küresel iklim değişikliklerine bağılı olarak hava sıcaklıklarının 2040 yılında iki derecelik bir artış beklenirken, bu artışın 2010 ile 2015 arasında yaşanması küresel ısınmanın geldiği boyutu göstermektedir. İstanbul’un yaz sıcaklık ortalamasının 28 derece civarında olmasına rağmen, yaz sıcaklıklarının 38 derece civarında olacağı tahmin edilmektedir. Aynı şekilde bu sene kış mevsimi ve ilkbaharda mevsim normallerinin 10-15 derece üzerinde sıcaklıklara ulaşması küresel sıcaklık artışıyla ilgilidir.

Burada asıl üzerinde durmamız gereken -NASA’lı yetkililerin de belirttiği- gibi Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) tarafından hazırlanan 2012 yılı küresel ısınma raporu olmalıdır. NOAA’nın” İklimin 2012’deki Durumu adını taşıyan raporu, dünyanın değişik yerlerinden gelen 384 bilim insanının hazırlaması,  raporun ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.

Rapora göre Dünya’da belirlenen, deniz seviyelerinde yükselmenin, okyanuslarda ısı artışının, Buz Denizi ve Grönland‘daki buz tabakalarında erime oranlarında 2012 yılında rekora yakın artışların olduğunu ortaya konulması tehlike sinyallerinin çaldığının işaretidir.

NOAA raporuna göre, ısı değişikliklerinin kayda geçirilmeye başlandığı 1880 yılından beri dünyada  görülen 10 en yüksek hava sıcaklık değerine son 15 yılda ulaşılmıştır. 2012 yılında saptanan sıcaklık artışının yapılan 4 ayrı analize bağlı olmak üzere, dünyada şimdiye kadar rastlanan en yüksek 8. veya 9. değere çıkmıştır. Yine aynı yıl hava sıcaklığının, geçen yüzyıl içinde yer alan her yıldan daha yüksek olduğuna raporda işaret işaret edilmiştir. (NOAA’nın 2012 yılını içeren raporu, “Bulletin of the American Meteorological Society” adlı bilimsel derginin özel sayısında yayımlandı.)

Küresel iklim değişiklerinin etkilerini artık bilimsel analizlere gerek gerek kalmadan görmek mümkündür. Çünkü iklim değişikliklerindeki ani gelişmeleri doğrudan görebiliyoruz. Bu nedenle de küresel iklim değişikliği var mı yok mu diye sığ tartışmalarla vakit öldürmek yerine, küresel iklim değişikliğine neden olan unsurların nasıl ortadan kaldırılacağı konusunda kafa yormalıyız. O zaman bu kötü süreci tersine çevirecek önlemleri alabiliriz.

Dünya ısınmakta ve bu ısınma, kuraklığa sebep olmaktadır. Şimdiden bu küresel iklim değişikliklerine karşı yapılması gereken en önemli tedbir ağaç dikmektir. Bununla ilgili çok basit bir örnek verecek olursak, 100 yaşına gelmiş bir ağaç tek başında 5000 waltlık 5 klimadan daha fazla serinletici etki yapmaktadır. O halde bu gidişata küçük bir fidanla dur demeye başlayalım.