Etiket

çağdaşlaşma

Tarama

CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA

Dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en kutsal savaşlardan biri olan Türk kurtuluş savaşını kazanarak destansı bir mücadeleye imza atan mazlum milletlerin umudu Türk milletinin karakterine en uygun yönetim biçimi Cumhuriyetimiz bir asırlık şan ve şeref dolu tarihiyle  dimdik ayaktadır. Türklerin en büyük bayramı kutlu olsun.

 Bir millete, yitirmek üzere olduğu özgüveninin ve ulus bilincinin yeniden kazandırılması, bütün imkânsızlıklara rağmen verilen İstiklal Savaşı’nın zaferle sonuçlandırılması, yönetimde egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesi ve her şeyden önemlisi; modern hukuk kurallarına dayanan çağdaş ve laik bir devletin tüm kurumlarıyla inşa edilmesi gibi başarıların, gerçekleşmesini sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e ne kadar minnet  etsek azdır.

Cumhuriyet yönetimi aradan geçen bir asra rağmen halen dünyanın en modern ve en çağdaş yönetimi olarak varlığını sürdürmektedir. Aradan geçen bunca zamana rağmen Türk milleti Cumhuriyeti kısa sürede benimsemiş ve sahiplenmiştir. Çünkü Cumhuriyeti hala çocuklarımızın saf ve masum gülüşleri gibi içten ve büyük coşkuyla kutluyoruz. Bu durum da Atatürk’ün Türk milletine ne kadar iyi tanıdığını ve sevdiğini ortaya koymaktadır.

 İçinde yaşadığı toplumun yapısını çok iyi bilen Atatürk, bilimsel değerlendirmeler ışığında Türk Ulusu’na en uygun yönetim biçiminin “Cumhuriyet” olduğunu anlamış ve bu yönetim biçimini yeğlemiştir. Cumhuriyet’in ilânı, Türk toplumu için tarihin en büyük dönüşümlerinden biridir. Kapalı ve totaliter rejimlerin güçlendiği bir dönemde, demokratik açılımları olanaklı kılacak Cumhuriyet rejiminin kurulması, Yüce Önder’in engin ileri görüşlülüğünün ve bireyi temel alan çağdaş düşüncesinin siyasal bir yansımasıdır. Egemenliğin kayıtsız koşulsuz ulusun olduğu bu yeni yönetim biçimi, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkese birey olma hakkını vermiş ve sorumluluğunu yüklemiş; Türk Ulusu’na özgüvenini kazandırmıştır.
O’nun, ülkemizin kurtuluşu ve çağdaşlaşmasında oynadığı rol, tarihin akışına yön verecek büyüklüktedir. Atatürk Ulusumuza olduğu kadar insanlığa da malolmuştur. Çağdaşlaşma çabaları, tarihin en büyük aydınlanma hareketlerinden birini yaratmıştır.

Ancak unutulmaması ve gözden kaçırılmaması gereken nokta Cumhuriyet rejimi Türk milletine tepen inme bir rejim değildir. Türk milletinin binlerce yıllık bağımsızlık tutkusunun nişanesidir Cumhuriyet.

Cumhuriyetimizin temelinde Mete Han’ın dirayeti, dağı eğip de üzengi olup asılan, çeliği pek tutacak suyumuzu veren, toynaklarında kıvılcımlı nalları atlarımızı süren, sağrılarında çok bilişli ak kızlarımızla, oğlanlarımızla bir oynasan pusatlarımızla, kısraklarımızda bir nakışlı eğelerimizle, kopuzlarımızdaki iç çekişli türkülerimizle yaşayan Oğuz Kağan’ın mücadelesi, Bumin ve İstemi atalarımın birlik öğüdü, Selçuk atamın hediyesi, Ertuğrul babamın emaneti, Domaniç yaylağının asaleti, ÇÜN BiZ VAR iDiK ÇÜN BiZ VARIZ diyen Anadolu beylerinin beyi Osman’ın kararlılığı, Sancağa hilali nakşeden, denize karadan yürüyen, alevi semadan düşüren, çağ açıp çağ kapayan, toy kurup tuğlar diken, fethedip İstanbul’u Türk kılan Fatih’in bilgeliği, hiç uyumayan atlılarla, Karakalpaklarını alınlarına düşüren, arkadaşlarını yol üstünde bir ağacın yamacına, kardeşlerini buz tutmuş siperlerde, çocuklarını öfke yutmuş düşman elinde, analarını iki elleri Allah’a açılmış bırakan, babalarıyla cephede helalleşen, soğuktan ve alevli güneşten gözleri yaşaran Kuvvacılarımızın kanları vardır.

Cumhuriyete gidilen yolda çok büyük mücadeleler veren milletimiz Cumhuriyetin ilanından sonra da dünyada Türk mucizesi olarak anılacak önemli atılımlara imza atmıştır. Kanla irfanla kurulan Cumhuriyet Türkiye’si yüzlerce yıl süren yokluğun, açlığın ve savaşların pençesinde boğuşan Anadolu Türk insanın çabasıyla meydana gelmiştir. Cumhuriyet kurulduğunda Atatürk’ü kurtuluş savaşından daha zor bir dönem bekliyordu. Cumhuriyetin ilan edildiği gün savaştan yeni çıkmış Genç Cumhuriyet’in durumu şöyleydi:

  Doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434 ve 150 kadar ilçede doktor yoktu. Pek az şehirde eczane vardı. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyordu. Kırk bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136’dı. Sadece 60 eczacı vardı ve bunların sadece sekizini Türkler işletiyordu.  Beş bin köyde sığır vebası vardı. Bir milyon kişi frengiydi, iki milyon kişi sıtma, üç milyon kişi trahomlu idi. Bebek ölüm oranı yüzde 40’ın üstünde. Anne ölüm oranı yüzde 18 ve Ortalama ömür 40 yaştı.

Cumhuriyeti onca yokluğa rağmen sağlam bir temel üzerine kuran Atatürk, Cumhuriyet Türkiye’sinin güçlenmesi için inanılmaz bir çaba ve gayretin içerine girmiş ve emeğinin karşılığını fazlasıyla almıştır.

Dünya’da pek çok uzmanın dönemin şartlarına göre yaşama fırsatı vermediği Atatürk Türkiye’si şu atılımlara kısa sürede ulaşarak inanılmazı başarmıştır:

Şeker, çimento, kereste ve deri ürünlerinde milli ihtiyacın tümü, yünlü dokumanın yüzde 83’ü, pamuklu dokumanın yüzde 43’ü, kağıtın yüzde 32’si, cam eşyanın yüzde 63’ü milli üretimle karşılanmaya başlamıştı. Demir-çelik sanayi kurulmuştu. 46 büyük ölçekli fabrika kurumuştu. Ağır sanayi üretimi %152, toplam sanayi üretimi ise %80 arıtmıştı. Şeker üretimi ise 200 kat artmıştır. Tekstil üretimi ülke ihtiyacının %80’nini karşılar duruma gelmişti.   Madenler ve şirketler millileştirilerek milletin hizmetine sunulmuştu. Kalkınma hızı yüzde yirmilere yaklaştı. Devletin Osmanlı’dan devralınan borçtan başka borcu kalmamıştı. 5 milyon ton civarında olan buğday üretimi 9 milyon tona çıkarılmıştı.

Cumhuriyetin ilanın sonra Türk toplumu sosyal ve siyasal alanda çağdaşlarının çok ilerisinde kazanımlar elde etmiştir. Cumhuriyetle edrak-ı bi idrak olarak anlan Türk milleti Ne mutlu Türküm diyecek özgüveni kazanmıştı.

Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini Atatürk gençlere emanet etmiştir. O’nun emanetine sahip çıkmak bizim var olma nedenimizdir. Unutmayın ki, Atatürk ve Cumhuriyetten vereceğiniz her taviz geleceğimizden vereceğimizden vereceğimiz bir tavizdir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’de çağdaşlaşma hareketi amaçlamıştır. Bunu gerçekleştirmek için bilimsel ve planlı bir kalkınma modeliyle harekete geçmiştir. Yaptığı her atılım günübirlik siyasi polemiklere girmeden uzun araştırmalar değerlendirmeler ve planlamalar sonunda ortaya çıkmıştır. Türk toplumu için başlattığı sayısız yenileşme hareketlerinden biri de tarımsal yenileşme hareketleridir. Türkiye gibi coğrafi potansiyeli mükemmel olan bir ülkenin kendi kendine yeterli olamaması oldukça manidardır.

Atatürk’ün bütün dünyaya karşı verdiği amansız kurtuluş mücadelesine ek olarak milletimizin bir daha bağımsızlık mücadelesi vermemesi için başlattığı yenileşme hareketleri de bütün dünyaca hayranlık uyandırmaktadır. Türk toplumunda tarımın ne kadar önemli bir yerde bulunulduğunu çok iyi kavrayan Atatürk, tarıma sistematik yöntem getirerek tarımsal verimliliği en üst seviyeye çıkarmayı amaçlamıştır.

Kalkınmanın tabandan yani köyden başlaması gerektiğini düşünen Atatürk,Türkiye’nin gerçek anlamda çağdaşlaşması için her şeyiyle çağdaş köyler kurulması gerektiğini düşünmüştür. Bu amaçla bizzat üzerinde kafa yorduğu İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ni geliştirmiştir.3 Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin amacı “çağdaş” ve “çevreci” bir köy yaratmaktır.4

 İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, daire yerleşim planına sahiptir. Daire planın tam merkezindeki küçük dairenin etrafına, gittikçe genişleyen dört daire eklenmiştir. Plan, bu yönüyle ilk bakışta bir “oklama tahtasını” andırmaktadır. Merkezden çevreye doğru helezonim bir biçimde gittikçe genişleyen dört parçalı köy planı, merkezden dışa doğru 6 yolla bölünmüştür.

 Aslı Türk Tarih Kurumu’nda muhafaza edilen “İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde okul, cami, köy konağı, sağlık ocağı, otel–han, çocuk bahçesi ve fabrika dâhil toplam 43 yapı bulunmaktadır. Plana göre köyün orta yerine yapılacak anıtın etrafında sosyal tesisler, terzi, bakkal, berber gibi mekânlar yer alacaktır.

  Planın tam merkezinde bir “anıt” vardır. Merkezin hemen sağına “Köy Meydanı” yerleştirilmiştir. Köy Meydanı’nda ise “Köy Parkı” ve “Çocuk Bahçesi” vardır. Köy Parkının ve Çocuk Bahçesinin çevresinde ise oyun yeri, telefon, itfaiye, çeşme, havuz ve tuvalet göze çarpmaktadır. Planın sağında, en dış çemberden dışa doğru açılan alanda çok geniş bir koruluk vardır. Koruluğun sonundaki çayın kenarında kuzeyde değirmenler, güneyde ise “yaş ve kuru yonca ile hayvan pancar tarlası” görülmektedir. Planın sağ üst köşesinde “Hayvan Mezarlığı” , sol üst köşesinde ise “Asi mezarlık” vardır. Planın yine sol üst köşesinde “Kireç ve taş ocaklarına yer verilmiştir.

 Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü’nde yer alan kurumlar, yapılar ve alanlar şunlardır:

Okul ve Tatbikat Bahçesi, Öğretmen Evi, Halk Odası (CHP Kurağı), Köy Konağı,  Konuk Odası, Okuma Odası, Konferans Salonu, Otel Han, Çocuk Bahçesi, Köy Parkı, Telefon Santralı ve Köy Söndürgesi, Radyolu Köy Gazinosu, Ebe ve Sağlık Kurucusu, Tarımbaşı, Hayvan Sağlık Kurucusu, Sosyal Kurumlar, Ziraat ve Et İşleri Müzesi, Gençler Kulübü, Hamam, Etüv Makinesi (Buğu s.) Köy Yunak Yeri, Cami, Revir, Kooperatifler, Köy, Dükkanları, Spor Alanı, Damızlık Tavuk, Tavşan ve Arı İstasyonları, Damızlık Ahır (Aygır ve Boğa), Kanara, Mandıra, Değirmenler, Fabrika, Asri Mezarlık, Hayvan Mezarlığı, Kireç, Taş, Tuğla ve Kiremit Ocakları, Yonca ve Hayvan Pancar Tarlası, Koruluk, Köy Gübreliği, Fenni Ağıl, Pazar Yeri ve Köy Zahire Locası, Aşım Durağı, Panayır Yeri,  Selektör Binası.

Bir yerleşim yeri için A’dan Z’ye her şeyin düşünüldüğü bu proje benzer günümüzde örnek şehirsel yerleşmeler planlanmaktadır. Nasıl Sümerler yaptığı buluşlarla insanlığı şaşırtmaktaysa Atatürk de dehasıyla hala insanlığı şaşırtmaktadır.

3] Atatürk’ün üzerinde çalışarak uygulanmasını istediği bu proje, Afet İnan’ın “Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933” ve Cumhuriyetin Ellinci Yılı İçin Köylerimiz” adlı kitaplarında yer almıştır. 

[4] Ayrıntılı bilgi için http://cumhuriyettarihimiz.blogspot.com.tr/2015/08/ataturkun-ideal-cumhuriyet-koyu-projesi.html adresine bakabilirsiniz.



Türkiye Cumhuriyeti kan ve irfan üzerine kurulmuş bir devlettir. Dünya’da örneklerine az rastlanır bir kurtuluş savaşından sonra kendisinden hiç beklenmeyen çağdaşlaşma hareketine gerçekleştirmiştir. Kurtuluş savaşını kan üzerine kurulurken çağdaşlaşma hareketi irfan üzerine kurulmuştur. Dünya’da esaret altında yaşamaya başkaldırmış pek çok ülke vardır. Ancak, Dünya’da Türkiye gibi bağımsızlık savaşı sonrası enkaza dönüşmüş bir ülkenin bütün Dünya’yı hayran bırakacak çağdaş atılımları gerçekleştirecek başka ülkesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu eşiz önder Mustafa Kemal Atatürk, yüzyıllardır milletimizin yakasına yapışmış kötü gidişatın nasıl durdurulacağını anlayan ilk ve tek önderdir. Devletin ve milletin kurtuluşunun askeri güçlerden ziyade eğitim ordusunun yapacağı atılımlarla gerçekleştirileceğine yürekten inanmış bir kişidir. Öyle ki, Kurtuluş Savaşı’nın en şiddetli geçtiği ve Yunan ordusunun Polatlı yakınlarına kadar gelip, Yunan toplarının mecliste duyulduğu dönemde bile öğretmenlerle toplantı yapması, Mustafa Kemal’in milletin kurtuluşu için ne kadar gerçekçi atılımlar yaptığını göstermektedir. Çünkü bizim asıl düşmanımız cehalet ve sefaletti. Ülkemizin işgale maruz kalmasının en büyük sebebi çağdaşlaşma ve modernleşme yarışında geri kalmamızdır. Milli mücadele döneminde bile eğitim hizmetlerinin aksatılmaması için azami gayret sarf edilmiştir. Düşmanla yoğun ve etkili mücadele verilirken eğitim hizmetleri aksatılamamaya çalışılmıştır. Cumhuriyet’in ilan edildiği yıl olan 1923’te ülke genelinde toplam 10.102 ilkokul öğretmeni vardı. Bunların sadece 1081’i kadındı. Bu öğretmenler de medreselerde 1-2 yıllık oldukça yetersiz sayılabilecek bir eğitimden sonra mezun olarak öğretmenliğe başlamış kişilerdi. Halkın okuma yazma oranı yüzde onlara bile ulaşmıyordu. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in ilanından sonraki yaptığı işler kurtuluş savaşındaki yaptığı işlerden daha zor olmuştur. Çünkü O, hiçbir liderin istemediği bir işe, halkını aydınlatma işine, girişmiştir. Yeni alfabenin kabulü ile yazı dili ile Türkçe arasındaki uyumsuzluk ortadan kaldırılmıştır. İnanılmaz bir hızda okuma yazma seferberliği başlatılmıştır. Öncelik halkın bir an öce okuma yazma öğrenmesiydi. İlk etaplarda eğitmen konusunda ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. Eğitmen açığını kapatmak için askerlik görevlerini yapanlardan okuma yazma bilenler eğitmen olarak görevlendirilmiştir. Eğitmen sorunu gidermek için daha sonra köy enstitülerinin temeli sayılabilecek Köy Öğretmen Okulları açılmıştır. Köy enstitülerinin kurulmasını sağlayan Atatürk’ün mirasının yeni nesillere aktarılmasında çok önemli görevleri olan Hasan Ali Yücel, Türk aydınlanma devriminin en önemli ayağını inşa etmiştir. Sakarya Savaşı sırasında Atatürk’ün düzenlediği Maarif Kongresine katılan 250 öğretmenden biri olan Hasan Ali yücel, Atatürk’ün gelecek nesilleri güvenle emanet edeceği bir öğretmendi. Uzun yıllar milli eğitim müfettişliği yaparak Anadolu’daki eğim sorunlarına yerinde tanık olmuştur. 1930 yılında bakanlıkça Fransa’ya gönderilen eğitim müfettişleri içerinde olan Yücel, modern eğitim sistemi hakkında geniş çaplı bilgi sahibi olmuştur. Hem müfettişliği nedeniyle Anadolu’yu karış karış karış gezen, hem de Avrupa’daki modern eğitim yapısı hakkında bilgi sahibi olan Yücel, filozofça bir seviyeye ulaşmıştır. 1931 yılında Mustafa Kemal’in bir toplantıda Türk milletinin nasıl kurtulacağını sorduğunda Hasan Ali Yücel, “Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacı duymazsa o zaman kurtulur.” diye cevap vererek Mustafa Kemal’in beğenisini kazanmıştır. 1932 yılında toplanan Türk Dil Kurultayı’nda dilin sadeleşmesi çalışmalarında önemli katkılar sunmuştur.

Atatürk’ün ölümünden sonra Milli Eğitim Bakanlığına Saffet Arıkan’dan sonra Hasan Ali Yücel getirilmiştir. Bakanlığındaki ilk icraatı 1939’da birinci eğitim şurasını toplamak olmuştur. Eğitim sorunlarına çözüm için geniş çaplı katılım sağlanan şurada önemli kararlar alınmıştır. Öğretmenler arasındaki iletişimi sağlamak için Tebliğler dergisi aynı yıl çıkmaya başlamıştır. Hasan Ali Yücel gelişmiş ülkelerin aydınlanma hareketlerinde önemli yeri bulunan dünya edebiyatı klasiklerinin Türkçe çevirilerinin yapılmasında oldukça aktif rol oynamıştır. Hatta birçok klasiği bizzat kendisi çevirmiştir. Böyle O’nun zamanında 496 eser Türkçe’ye çevrilmiştir. Hasan Ali Yücel’in eğitim hayatındaki en önemli başarısı hiç kuşkusuz köy enstitüleridir. Köy enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında kabul edilen 3803 yasa ile kurulmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında halkın yüzde 80’den fazlası köylerde yaşıyordu. 40 bine yakın bulunan köylerin neredeyse hiçbirinde okul bulunmuyordu. Halkın büyük bölümünü okuma yazma bilmediği, temel sağlık bakımları konusunda oldukça bilgisiz olduğu, tarım teknikleri ve tarımsal üretim konusunda kara cahil olduğu bir dönemde köy enstitüleri, Türk köylüsünün makûs talihini değiştirmek amacıyla kurulmuştur. Köy çocuklarının yetiştirilmesi için, köyün içinden çıkan köyü ve sorunlarını bizzat yaşayarak bilen köy çocukları, köy enstitüleri ile kara yazgılarını değiştirecekti. 1940 yılından 1948 yılına kadar toplam 21 köy enstitüsü kurulmuştur. Bu enstitülerin o zaman zor şarlarında ne kadar heybetli yapılar olduğunu günümüzde kurulan tabela üniversiteleriyle kıyaslarsak daha iyi anlayabiliriz. İşte Türk Rönesanssının mabetleri olan 21 köy enstitüsü: Ad/Bulunduğu İl Kuruluş Tarihi 1946’ya Kadar Çalışan Müdürlerin Adı Akçadağ / Malatya 1940 Şinasi Tamer, Şerif Tekben Akpınar-Ladik/ Samsun 1940 Nurettin Biriz, Enver Kartekin Aksu / Antalya 1940 Talat Ersoy, Halil Öztürk Arifiye / Sakarya 1940 Süleyman Edip Balkır Beşikdüzü / Trabzon 1940 Hürrem Arman, Osman Ülküman Cılavuz / Kars 1940 Halit Ağanoğlu Çifteler / Eskişehir 1937 Remzi Özyürek, M. Rauf İnan, Osman Ülkümen Dicle / Diyarbakır 1944 Nazif Evren Düziçi / Adana 1940 Lütfi Dağlar Erciş / Van 1948 İbrahim Oymak Gölköy / Kastamonu 1939 Ali Doğan Toran Gönen / Isparta 1940 Ömer Uzgil Hasanoğlan / Ankara 1941 Lütfi Engin, Hürrem Arman, M. Rauf İnan İvriz / Konya 1941 Recep Gürel, İ. Safa Güner Kepirtepe / Kırklareli 1938 Nejat İdil, İhsan Kalabay Kızılçullu / İzmir 1937 Emin Soysal, Hamdi Akman, Talat Ersoy Ortaklar / Aydın 1944 Hayri Çakaloz Pamukpınar / Sivas 1941 Şinasi Tamer Pazarören / Kayseri 1940 Sabri Kolçak, Şevket Gedikoğlu Pulur / Erzurum 1942 Ahmet Korkut, Aydın Arıkök Savaştepe / Balıkesir 1940 Sıtkı Akkay Kaynak: http://koy-enstituleri.uzerine.com/index.jsp?objid=4929

Köy enstitülerinde sanattan edebiyata bilimden felsefeye, tarımda inşaata ve müzikten biçki dikişe karar köylünün ihtiyacı duyulan her bilgi öğretilmiştir. Oradan mezun olan her öğretmen köylünün bütün ihtiyaçlarına cevap verecek birikime ulaşıyordu. Türk aydınlaması için bulunmaz bir fırsat olan köy enstitüleri günlük siyasi kısır tartışmalara kurban gitmiştir. Sadece birkaç köy ağasının rahatsızlığından, Türkiye’nin bin yılını aydınlatacak muazzam yapılar heder edilmiştir. Üstüne bir de Hasan Ali Yücel’e acımasız bir biçimde haksız saldırılar yapılmış ve iftiralar atılmıştır. Ailesini ihmal etme pahasına Türkiye’nin aydınlanmasında canını ortaya koyan güzel gözlü Hasan Ali Yücel’i saygı minnet ve özlemle anarken büyük şair olan Can Yücel’in babasına yazdığı şiirle yazıma son veriyorum. BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM… Hayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek- Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezberledim gurbeti Sevinçten uçardım hasta oldum mu 40’ı geçerse ateş, ağrırlar İstanbul’a Bir helalleşmek ister elbet, diğ’mi, oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oyununu Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim Hayatta ben en çok babamı sevdim… şiire dair satırlar salt babaya özel ancak et,tırnaktan ayrılabilir mi hiç! bu duygu yüklü Can YÜCEL şiiri o ayrılmaz ikili canımız,kanımız ana_babalarımıza armağan olsun… ölmüşlerimizin ruhu şad olsun!

Ulusların gelişmişlik durumlarını belirtmede eğitim sadece nicel olarak ifade edilecek bir unsur değildir. Toplumun ne kadarının okum-yazama bildiği, ne kadarının diplomalı olduğu gibi veriler elbette önemlidir. Ancak eğitim verilerinin niteliksel özelliklerine bakmaksızın sadece istatistiki verilere göre değerlendirme yapmak popülizmden başka bir şey değildir.
Eğitim hedeflerini birey merkezli olarak iki gurupta değerlendirmek gerekmektedir. Birci gurupta bireyin kendi yaşantıları yoluyla bireye kazandırılan istendik davranışlar; ikinci gurupta da bireyleri toplumun ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerilere kavuşturmaktır. Bu durum eğitimde uygulanabilirliğin ne kadar önemli olduğu gösterir. Teorik bilgiler, pratik becerilerle pekiştirilmelidir. Yoksa sırf yönetmelikler yerine getirilsin diye sadece yazılı raporlarla eğitimi idame ettirmeye çalışmak, eğitime verilecek en büyük zararlardan biridir.
Eğitimin günübirlik siyasi kısır çekişmelerden kurtulup, çağdaş hedefler doğrultusunda uzun soluklu planlama ve uygulamalara göre yapılması gerekir. Çağın şartlarına göre eğitim sistemleri yenilenebilir hatta değiştirilebilir. Oysaki sadece yöneticilerin kendi rüştlerini ispatlaması için eğitim sisteminin kısa aralıklarla değiştirilmesi ilerde çok vahim sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin değiştirilen bir eğitim sisteminin başarı durumunun ölçülmesi için en az yirmi yıla ihtiyaç vardır. Çünkü çocuğun ilkokuldan başlayıp üniversiteye, oradan meslek hayatına atanması ve mesleki deneyimini kazanması en az yirmi yılı alacak bir süredir.
Eğitim bir süreçtir. Bu süreç hayat boyu ilerlemeye dayalı olarak sürekli gelişim eğiliminde olmalıdır. Eğitim bir gelecek tasarımı olduğundan yetişecek nesillere geçmişten dersler alıp gelecekte daha dikkatli olmaları öğretilir. Yenileşme diye geçmiş getirilmeye çalışılmamalıdır. Gerileşmeyi gelişme diye anlatmak irticadan başka bir şey değildir. Çoğu kez başımıza gelmiştir. Otobüse bindiğimizde otobüsün içi kalabalıksa şoför ön kısımlara yığılmaları engellemek için “lütfen geriye doğru ilerleyiniz!” der. Hâlbuki geriye doğru ilerlenmez; geriye doğru gerilenir. Eğitimde gerilemeyi ilerleme olarak algılamak da otobüs şoförünün düştüğü trajikomik durum gibidir.
Yukarda belirmeye çalıştığım unsurlar aslında Büyük Önder Atatürk’ün bizlere kazandırmayı amaçladığı eğitim hedefini yansıtmaktır. Dünyada hiçbir lider O’nun kadar halkın eğitimine düşkün olmamıştır ve dünyada hiçbir lider O’nun kadar halkını eğitememiştir.
Atatürk’ün dünyayı hayran bırakan destansı Kurtuluş Savaşı kadar önemli hatta daha zor mücadelesi Türk halkının eğitimi için yaptığı mücadeledir. Binlerce yıldır cahil kalmış bir halkı eğitmeye çalışmak her liderin harcı değildir. Aslında liderlerin en çok işine cahil kalmış halk gelir. Çünkü cahil halk asla sorgulamaz ve kayıtsız itaat içinde hareket eder. Ama eğitimli halk bilinçlidir ve hak ettiği hayat standartlarını ülkenin liderlerinden bekler. Eğitimli halk sorgulayıcıdır ve ülkeyi yönetenlerin keyfi davranışlarına tepki gösterirler. O yüzden liderler halkın eğitimine pek sıcak bakmazlar. Ancak, Atatürk Türk halkın eğitimini kendine bir görev olarak görmüştür. Atatürk’ün eğitimle ilgilenmesindeki gayeyi O’nun şu sözünden anlayabiliyoruz:
“Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sora gelecekler için çalışmaktır.”
Türkiye cumhuriyeti kurulduğunda okuma yazma oranlarının % 7 civarında olduğu, kadınlarda okuma yazmanın %0 1 civarında olduğu düşünülürse Atatürk’ün ne kadar zor bir göreve talip olduğunu anlayabiliriz. Kurtuluş savaşı sonrasında Atatürk’ün “En büyük arzum milli eğitim bakanı olarak çalışmak” sözünü anımsarsak O’nun eğitime olan ilgisini daha iyi kavramış oluruz.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün önderliğinde eğitimde baş döndürücü gelişmeler olmuştur. Cumhuriyetin ilk on yılında öğrenci sayısı 64 bini kadın olan 358 binden, 220 bin kadın olmak üzere toplam 656 bine yükselmiştir. Öğretmen sayısı aynı süre içinde 12 binden 19 bine yükselmiştir. Atatürk öğretmenlere her zaman çok büyük değer vermiştir. Öğretmenlere verdiği değeri 1925’te İzmir Erkek Öğretmen okulunda şöyle dile getirmiştir: “Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğitimden yoksun bir millet, henüz millet adını almak yeteneğini kazamamıştır.”
Atatürk sadece öğrencilerin eğitimiyle uğraşmadı. Eğitim seferberliğiyle bütün milleti eğitmek için çok yoğun bir mücadele vermiştir. Bu yüzden kendisine Başöğretmen denilmiştir. Halkın cahilliğini biran önce ortadan kaldırmak için dünyanın öğrenilmesi çok kolay olan Latin kökenli Türk alfabesini getirmiştir. Yöneticilerle halk arasındaki kopukluğu gidermek, dilimizin yabancı dillerin istilasından kurtulmasını sağlamak için dilde sadeleştirme ve özleşmeyi sağlamıştır. Türk halkını bilimsel gelişmeleri daha kolay anlayabilmesi için birçok bilimsel kavramın Türkçesini bizzat kendisi bulmuştur. Türk tarihinin temelini birkaç yüzyıla hapsedenlerin aksine Atatürk tarihimizi antik dönemlere kadar götürmüştür. İlk önce Türk Ocakları daha sonra da Haklevleri yoluyla Türk halkına yaygın eğitim yoluyla çok değerli bilgiler verilmesini sağlamıştır.
Atatürk dönemi her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da inanılmaz başarıların olduğu bir dönemdir. Ancak Atatürk’ün eğitime olan tutkusu o derece fazlaydı ki her şeyden bir eğitim faaliyeti çıkaracak bir alan oluşturabiliyordu. Örneğin Atatürk’le simgeleşen Sümerbank tesislerinde konferans salonları, tiyatro ve müzik salonları gibi işçilerin ve ailelerinin eğitimine yönelik pek çok kuruluş vardı.
Dünyanın en başarılı komutanlarından olan katıldığı hiçbir savaşı kaybetmeyen Atatürk, ordunun eğitilesine de özel bir önem vermiştir. Askere gelenlerden okuma yazma bilenler hem okuma yazma bilmeyen askerleri eğitiyorlar; hem de kırsal kesimlerde halka okuma yazma öğretiyorlardı.
Atatürk’ün eğitime verdiği önemi anlatmakla bitirmek mümkün değildir. Çünkü neredeyse aldığı her nefesi bir şeyler öğrenmek ve halka bir şeyler öğretmek amacıyla harcamıştır. Türk halkının gölünde Başöğretmen olan Atatürk, ebediyen bize öğretileriyle yol gösterecektir.