Etiket

mustafa kemal

Tarama

Osmanlı ordusu I. Dünya savaşından sonra şartları çok ağır olan bir ateşkes antlaşması imzalamıştı. Buna göre ordular terhis edilecek, cephane ve silahlara el konulacak, haberleşme araçları itilaf devletlerinin kontrolüne bırakılacak ve memleketin herhangi bir köşesi itilaf devletlerinin keyfine göre işgal edilecekti.

Padişah ve halife sıfatındaki Vahdettin, yalnızca tahtını koruyacağı alçakça önlemleri araştırmakta, Dama Ferit’in başkanlığındaki hükümet ise korkakça ve haysiyetsizce İngilizlerin himayesine girme gayretleri içerisindeydi. Halk uzun süren savaşlardan bıkmış, yüzyılların getirdiği yoksulluk, salgın hastalık ve cahilliğin pençesinde darmadağın edilmiş vaziyetteydi. Bütün bu olumsuzluklara karşı ilk tepki gösteren kişi Mustafa kemal olmuştur. Yokluğun ve esaretin bir talih olmayacağını milletin kurtuluşunun yine milletin azim ve kararıyla olacağını çok iyi bilen Mustafa Kemal bir an önce Anadolu’ya geçerek Ulusal kurtuluş savaşını başlatma çalışmalarına girişmiştir.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Anadolu’da halkı örgütleyerek Ulusal kurtuluş savaşını başlatma çabalarına girişmiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından dokuz gün sonra Ordu müfettişi unvanıyla Kayseri’ye bir telgraf gelmiştir. Bu telgrafta İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilişinin protesto edilmesi ve işgali lanetleyen mitingler yapılması isteniyordu. Kayserililer Mustafa Kemal’in isteğini yerine getirmek isteseler de Kayseri Mutasarrıfı izin vermedi. Kiçikapı’da bulunan Aynalı Gazino’da bir salon toplantısı yapılarak işgale tepki gösterildi. Bundan sonra Binbaşı Fethi Bey, Kayseri halkına günü gününe Mustafa Kemal’in faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir.

Mustafa Kemal, Samsun üzerinden Amasya’ya, oradan Erzurum’a gitti. 28 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi toplanmış ardından 4-7 Eylül tarihlerinde Sivas Kongresi toplanmıştır. Sivas’a giden Kayseri delegeleri dönüşte Ahmet Paşa İlkokulu binasında toplantı yaptılar. Burada Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin şubesini kurdular. Sivas’tan getirdikleri İradeyi Milliye gazetesini dağıttılar. Kayseri’nin yerel gazetelerinde Milli Mücadele Kayseri halkına benimsetilmeye çalışıldı.

Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Kayseri-Kırşehir üzerinden Ankara’ya gitmek üzere, 18 Aralık 1919 Perşembe günü Sivas’tan ayrılmaya karara vermişlerdir. Ancak yola çıkarken arabalarında benzin olmadığı fark edilmiş ve benzin arayışına girişilmiştir. O dönemde benzin sadece Amerikan Koleji’nin müdiresinde bulunuyordu. Müdirenin benzin verme teklifini Mustafa Kemal ilkönce reddetmiştir. Daha sora benzin karşılığında makbuz kesilerek benzinin bedelinin ödetileceği şartı üzerine benzini almayı kabul eden Mustafa Kemal, karlı bir havada Sivaslıların sevgi gösterileri arasında Sivas’tan hareket etmişler ve 19 Aralık 1919 Cuma günü akşamı da Kayseri’ye çok zorlu bir yolculukla gelmişlerdir. Yolculuk sırasında konvoyda bulunan bir araç kara saplanarak gelememiştir. Kayserililer hava soğuk ve karlı olmasına rağmen; Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşlarını Kayseri’nin Kumarlı köyü yakınlarında saatlerce beklemişlerdir. Mustafa Kemal’in gelmesiyle heyeti büyük bir coşku ile karşılamışlardır. Mustafa Kemal’le Beraberinde Rauf Bey ve diğer heyet üyeleri ile Çifte Kümbed’de otomobilinden inerek Türk Bayraklarıyla süslenmiş cadde ve sokaklarda yediden yetmişe toplanan Kayseri halkının “YOLUNDA ÖLMEYE HAZIRIZ PAŞAM” sözleriyle alkışlanmışlardı. Halkın teveccühüne selamlayarak karşılık veren Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler konaklamak için şimdiki Atatürk evi olarak anılan İmamzade Reşid Bey’in evine gitmişlerdir.
Burada Mustafa Kemal Paşa’nın yanında ev sahibi İmamzade Reşid Bey, Faik SeIenk ve İbrahim Safa Bey bulunuyordu. Mustafa Kemal’in yanında Rauf Orbay, Mazhar Müfid Kansu’dan, Hakkı Behiç Bey, Binbaşı Hüsrev Gerede, Dr. Refik Saydam ve Yaver Cevat Abbas Bey vardı. Mustafa Kemal çok aç olmasına rağmen ekip arkadaşlarından kara saplanan araç kurtarılana kadar yemeğe başlamamıştır.

Ertesi gün, 20 Aralık 1919 cumartesi sabahından itibaren Mustafa Kemal Paşa, Kayseri belediye binasına gitmiştir. Kayseri Halkı ile ve bilhassa din adamlarıyla Raşid Efendi Kütüphanesi’nde toplantı yapmıştır. Bu toplantıda; şehrin eğitimli kişileri, esnaf ve tüccardan ileri gelenler bulunmuştur. Toplantıya katılanlara Mustafa Kemal Paşa memleketin içine düştüğü bu kötü durumdan ancak, birlik ve beraberlik içerisinde, milletçe kurtulunacağını söylemiş ve onlardan yardımlarını istemiştir. Mustafa Kemal, Kayseri’ye gelmeden öce dönemin Şeyhülislamının onlarca fetvasına rağmen Kayseri halkı yapılan toplantılara çok yoğun katılım sağlamıştır. Günümüzde bu ziyareti karalamak amacıyla Mustafa Kemal’e karşı Kayseri halkının çok soğuk davrandığı gibi asılsız söylemler ortalıkta dolaşmaktadır. Hâlbuki tarihi belgeler, gazeteler ve bazı günlüklerde bu ziyarete çok yoğun ilgi gösterildiği belirtilmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Raşit Efendi Kütüphanesi’ndeki bu toplantıdan sonra Kayseri halkı üzerinde büyük etkisi olan itibarlı din adamı Kızıklızade Hoca Kasım Efendi’yi evinde ziyarete gitmişlerdir. Bu görüşmelerde Hoca Kasım Efendi, Atatürk’e şöyle hitap etmiştir: “Günlerdir rüyamda gördüğüm kişiyle nihayet karşılaştım. Doğudan mavi gözlü bir zat gelecek ve bu vatanı kurtaracak. Allah’ül-alem, o zatı muhterem siz olsanız gerektir.” Bu sözler ve ardından Hoca Kasım Efendi’nin yapmış olduğu dua Atatürk ve arkadaşlarını son derece memnun etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu ziyaretten çok memnun kalmış ve ertesi gün Kayseri halkına hitaben, teşekkür ve memnuniyetlerini ifade eden ünlü beyannamesini hazırlamıştır.
20 Aralık 1919 gününü çeşitli toplantı ve görüşmelerle tamamlayan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Kayseri’de ikinci tarihi günü ve geceyi de aynı evlerde geçirerek, 21 Aralık 1919 Pazar sabahı saat 9’da Kayserililere bir beyanname yayınladıktan sonra Ankara’ya gitmek üzere Mucur’a hareket etmişlerdir.
“ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAİ HUKUK CEMİYETİ HEYETİ TEMSİLİYE’ SİNİN KAYSERİ AHALİİ MÜHTEREMESİNE BEYANNAMESİ” adıyla Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal imzasıyla yayınlanan bu beyanname Kayserililerin atadan evlada kalan ve iftiharla, şükranla taşıyacakları çok değerli bir belgedir. (Ayrıntılı bilgi için Ahmet Vehbi Ecer’in  Heyeti Temsiliye Reisi Orak Mustafa Kemal Paşa’nın Kayseri’ye Gelişi adlı eserine bakabilirsiniz.)

Mustafa Kemal Paşa, Kayseri halkından bu karşılama nedeniyle büyük övgülerle bahsetmiştir. Kurtuluş savaşının başlatılmasında güç ve moral bulduğunu beyannamede ayrıntılı olarak belirtmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kayseri’ye gelişi üzerinden tam 100 yıl geçmiştir. Bu geçen süre zarfında bazı şeylerin pek değişmediği anlaşılmaktadır. Milli mücadele Anadolu’da İstanbul’a rağmen başlamıştı. Milli mücadelenin öncüsü Atatürk’ün yüz yıl önce açtığı aydınlık ateşi Anadolu’da hala tütmektedir.

Mustafa Kemal öncülüğünde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, tam bağımsızlık ilkesine dayanan çağdaşlaşma hedefini benimsemiş milli ve üniter bir devlettir. Yüzyıllardır cahil kalmış bir halkı gelişmiş medeniyetler seviyesine ulaştırma istencine sahip olan Mustafa Kemal, tam bağımsızlığın ancak ve ancak akıl bilim sayesinde gerçekleşeceğine inanıyordu. Mustafa Kemal’in eğitimle ilgili sayısız sözünün arasında şu sözü konumuzu daha anlaşılır kılacaktır: “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”

Atatürk’ün eğitime olan düşkünlüğü bir çocuğun masumluğu ve heyecanı gibi içten olmuştur. Her gittiği yerde mutlaka okulları ziyaret etmiş, derslere girmiş öğrencilere sorular sorarak onların bilgi seviyelerini ölçmüş ve yurt dışına eğitim amacıyla gönderdiği öğrencilerle ayrı ayrı ilgilenmiştir. Yıllarca Atatürk’le silah arkadaşlığı yapmış, kader birliği yapmış İsmet İnönü de Atatürk’ün çağdaşlaşma hedefine uyup köy enstitülerinin kurulmasında onemli katkıları olmuştur.

foto7.

Köy enstitülerinin kurulması şu sekilde olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 1935’teki IV. Kurultayı’nda İlköğretimin yaygınlaştırılması amacıyla bir dizi karar alındı. Bunların en önemlisi, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapan köy gençlerinin kısa bir eğitimden geçirilerek kendi köylerinde eğitmen olarak görevlendirilmesiydi. İlk uygulama 1936’da başladı ve 84 köylü genç Eskişehir’e bağlı Çifteler’de açılan bir kurstan sonra köy eğitmeni olarak görevlendirildi. Uygulamanın başarılı olması üzerine kursların sayısı artırıldı, eğitmenlere toprak, tohumluk ve tarım araç-gereci de verilerek bulundukları bölgede tarımsal çalışmalara öncülük etmeleri sağlandı. 1937’de konu daha kapsamlı bir biçimde ele alındı ve Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın hazırlattığı bir program çerçevesinde Eskişehir Çifteler’de (1937), İzmir Kızılçullu’da (1937), Edirne Kepirtepe’de (1938) ve Kastamonu Gölköy’de (1939) deneme niteliğinde dört Köy Öğretmen Okulu açıldı. Edirne’deki okul önce Karaağaç’ta öğretime başladı, sonra Kepirtepe’ye nakledildi.

Bu çalışma Hasan Ali Yücel’in milli eğitim bakanlığını üstlenmesiyle birlikte daha da genişletildi. Başlatılan yeni programın mimarı, dönemin ilköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç oldu. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu önceki deneme okullarının enstitüye dönüştürülmesini ve ayrıca 17 yeni köy enstitüsü açılmasını öngörüyordu. Bu okulların her birinin bir çevresi olacak ve bu çevre içinde yer alan illere, nüfusa göre öğrenci kontenjanı ayrılacaktı. Enstitülere, beş yıllık köy okullarını bitirenlerle üç yıllık okulları bitirenlerden iki yıllık hazırlık sınıfını başarıyla tamamlayanlar alınacaktı. Karma öğretim sistemine dayanan enstitülerin öğretim süresi beş yıldı. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak en başarılılar öğretmenliğe, geri kalanlar öteki köy hizmetlerine yönlendirilecekti. Okullar aynı zamanda birer tarım işliği, sağlık ocağı olarak işlev görecek, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri buralarda yapılacaktı. 1942 yılında çıkarılan 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu’yla Enstitüler sağlam bir yapıya kavuştu. (Dr. Necdet Aysal, Anadolu Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri)

Dünyada birçok ülkeye model olan köy enstitüleri Atatürk’ün hayaliydi. Köy enstitüleri sadece bir eğitim kurumu değildir. Bu kurumların içeriğinin çeşitliliği günümüz dünyasında geri kalmış toplumların bile sorunlarını giderecek bir yapıdadır.

251424_0

Ümmetten ulusa giden yolda köy enstitüleri, Türk halkını teba olmaktan çıkarıp sorumluluk bilincine sahip birey yapacak eğitim merkezleridir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda halkın okuma yazma oranlarının yüzde onlara bile ulaşamadığı düşünülürse, köy enstitülerinin ne kadar önemli bir görev üstlendiklerin daha iyi anlayabiliriz.

Osmanlı devleti zamanında bazı şehirlerde özellikle son dönemlerinde bir takım okulların açıldığını görmekteyiz. Ancak, kırsal kesimlerde okullaşma hiç yoktu. Eğitim sadece belirli kentlerde yapılmaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, halkın %70’i kırsal alanlarda yaşıyordu. Yani halkın 2/3’üköylerde yaşıyordu ve köylerde okul yoktu. Kırsal kesimlerdeki eğitim durumunun ivedilikle çözülmesi için köy enstitülerini kurulmasına karar verildi. Okulların kuruluş yerlerine bakıldığında, tarım için geniş arazilere sahip köylerin yanında kurulduklarını görmekteyiz. Okullar yatılı okul olduğundan, özellikle tren istasyonlarına yakın alanlarda köy enstitülerin kurulduğunu görmekteyiz.

Toplam 21 bölgede kurulan bu okullarda ilk başlarda akademik bir eğitim yerine daha çok uygulamaya dönük bir eğitim verildiğini görmekteyiz. Bu nedenle okullarda ´´iş için, iş içinde eğitim” sloganlarından hareket edilerek eğitim faaliyetleri yapılmıştır. Okul yerleşkelerinde, atölyeler, tavuk çiftlikleri, yatakhane, spor salonları, tiyatro salonları, uygulama bahçeleri, fırın, hamam, revir ve lojmanlar bulunmaktaydı. %50 temel eğitim, %50 uygulamalı eğitim yapılmaktaydı.

1940-1946 döneminde 15000 dönüm arazi, köy enstitüleri tarafından tarıma kazandırılmıştır. Aynı dönemde bu okullarda 750 bin fidan dikilmiştir. 12 bin dönümlük alanda bağ-bahçe yapılmıştır. Ayrıca, 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane ve 100 kilometre yol yapılmıştır. Uygulama bahçeleri için sulama suyu bizzat öğrenciler tarafından getirilmiştir. Günümüzde birçok üniversiteden daha donanımlı bir yapıya sahip olan köy enstitüleri, maalesef günlük kısır siyasi tartışmalara heba edilmiş ve 1954 yılında kapatılmıştır. Her şeyden önce köy enstitüleri milli bir projedir. Yani tamamen ülke gerçeklerine uygun bir yapıdadır. Ülkenin ihtiyaçları ve halkın isteklerini karşılamak esasına dayanılarak yapılan bu güzide kurumlardan kimlerin zarar gördüğü bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Köy enstitülerinin kapatıldığında bu okullarda toplam 1308 kadın, 15943 erkek olmak üzere toplam 17251 köy öğretmeni yetişmiştir. (Nazmi Kal, Atatürk’ün Diktiği Ağaçlar)

Türkiye’nin kurtuluş savaşı verip yediden yapılanma dönemi olan cumhuriyetin ilk yılları, bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakacak eserlerin yapıldığı dönemdir. Bu çalışmalar gerek içte gerekse de dışta bazı çevrelerin çıkarlarını zedelemiştir. Ancak, günümüzde bile okullarımız, öğrencilerden bağış adına para toplarken, köy enstitüleri tamamen kendi imkânlarıyla ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Aslında köy enstitüleri önemli bir eğitim hamlesi olduğu kadar ekonomik kalkınma modeli durumundadır. Yetiştirdiği binlerce öğrenci ile cumhuriyetin aydınlanma mantığı günümüze ulaşabilmiştir.

Attila İlhan ‘ulusalcılık’ adı verilen siyasi akımın en önemli politik teorisyenlerinden biridir. Sosyalist kökenden gelenler ile Türk milliyetçilerinin Sultan Galiyev ismi üzerinde mutabakat sağlayıp, el sıkışabilmelerinin mümkün olduğuna inanmıştır. Sultan Galiyev, bir bileşke olarak kabul gördüğünde devrimciler ‘ulusalcı’, ülkücüler Atatürkçü ve laik bir çizgi üzerinde güç birliği yapabilir düşüncesindedir. ‘Türkçü-devrimci diyalogu’ ile başlayan süreçte bir dip dalga başlar ise, bu dip dalga Batı emperyalizmine karşı Türkiye’nin sivil direncinin bel kemiğini oluşturabilirdi.

Sevr Antlaşması’ndan, Büyük Ortadoğu Projesi’ne kadar Batı emperyalizminin Türkiye planlarında bir değişiklik olmadığı tüm açıklığı ile görülmektedir. Sağ-sol kavramlarının tedavülden kalktığını düşünen biri olarak günümüzdeki temel siyasi ayrışmayı nasıl adlandırabilir, nasıl tanımlayabiliriz? Bu sorunun cevabını Türk aydınlarına, siyaset bilimcilerine bırakıyorum. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine inanmış, anayasamızın değiştirilemez maddelerini savunanlar bizim de içinde olduğumuz taraftır. Cumhuriyetin temel kazanımları, milli devlet, üniter yapı vb. konularda aynı hassasiyetleri taşıyan insanları ısrarla ulusalcı-Türk milliyetçisi olarak ayırma gayretlerinin doğru olmadığına inanıyorum.

Sultan Galiyev Kazan’lı bir Tatar Türk’üdür. Bu günkü Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti’nde 1882 yılında dünyaya geldi. Tatar Öğretmen Okulu’nda Marksizmle tanıştı. İdealist bir devrimci olarak Sovyetler Birliği Uluslar Komiserliği’ne kadar yükseldi. Bir dönem “Lenin, Stalin ve Troçki’den sonra dördüncü önde gelen adam konumuna gelmiştir.”

Rusların 1552 yılında Kazan’ı işgali ile başlayan süreçte Çarlık Rusya’sı 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Türkistan coğrafyasının önemli bir bölümüne hâkim olmuştu. Galiyev Kazan Hanlığı’nın düşüşünü “Moskova ile Kazan arasındaki mücadele on yıllar boyunca sürdü. Acımasız katliamlar oldu ve yalnız bundan sonra yenilenlerin azmi kırıldı” ifadesi ile anlatır. Türkler Çarlık döneminde her türlü baskı ve zulme maruz kaldılar. Çok sayıda direniş hareketi göstermişlerse de başarılı olamamışlardır. Örneğin “1916’da Türkistan’da yaklaşık 10 milyon kişinin katıldığı ve adına ‘Büyük Ürkün’ denilen isyan Çarlık Rusya’sı tarafından çok kanlı olarak bastırılmış ve 673 bin Türk öldürülmüştür.”

Kişileri ve olayları içinde bulunduğu siyasi ve sosyal şartlardan soyutlayarak anlayabilmek imkânsızdır. Toplumların buhran dönemlerinde milliyetçi duyguların arttığını düşünen biri olarak Galiyev’in düşünce iklimini tahmin etmek zor olmasa gerekir. Bolşeviklerin, Çarlık rejimine son verdikleri 1917 devrimi ardından yayımladıkları “Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi”, “Rusya ve Doğu’nun tüm emekçilerine” başlıklı çağrı ve “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları bildirgeleri” incelendiğinde Galiyev’in devrime inancının ve Türklerin Bolşevikleri desteklemelerinin nedenleri görülecektir. Bu bildirilerde özetle Rusya’daki milliyetlerin ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkına sahip olacakları, inanç ve adetleri Rus Çarları ve zorbaları tarafından ayaklar altına alınıp ezilen Müslümanların inançlarını serbestçe yaşayabilecekleri taahhüt ediliyordu. Samimi bir devrimci olan Galiyev’in hızlı yükselişi bu süreçle ilgilidir. Ancak başlangıçta Çarlık Rusya’sında yaşayan halklara özgürlük ve özerklik sağlayan Bolşevikler 1921’den sonra bu halkları değişik biçimlerde Moskova’ya bağladılar. Başta Galiyev olmak üzere bu dönüşüme tepki gösteren ve eleştirenler ise değişik yollarla tasfiye edildiler. Burada belirtmek gerekir ki; “Türkiye’nin Galiyev’le Yusuf Akçura vasıtası ile temas halinde olması, Ziya Gökalp’in Galiyev ile mektuplaşmaları, Moskova büyükelçiliğimizin O’nu Ankara’ya götürme teklifini etmesi” ve “Mustafa Kemal’in Sovyetlere karşı tavrının Galiyev ve arkadaşlarının tasfiye edildiği dönemde değişmesi” göstermektedir ki Türk dünyasındaki gelişmeler Cumhuriyetin ilk yıllarında yakından takip edilmiştir.

Galiyev 1923-1924 yıllarında kısa süreli olarak iki kez tutuklanır. Devrim sırasında geçmiş hizmetleri dolayısıyla serbest bırakılır. Bundan sonra Moskova’da yaşamak durumundadır. Arkadaşlarına yazdığı “Devrim amacından saptı, sömürülen milletleri savunmak amacıyla çıktığımız bu yol Rus emperyalizmine yol açtı” dediği mektup Stalin’in eline geçer ve 1928 yılında tekrar tutuklanır.”Karşı devrimci, emperyalist ajan, milliyetçilik” suçlamalarıyla yargılanır. Beyaz Deniz kıyısında bir kampa gönderilir. “1940 yılında Lefort Hapishane’sinde öldürülmüştür. Kısa süre sonra eşi de tutuklanmış ve bir daha haber alınamamıştır. Oğlu bir akıl hastanesine kapatılmış ve orada öldürülmüştür. Büyük kızı Gülsarı Sibirya’ya sürülmüş sistematik tecavüze maruz kaldığı için intihar etmiştir. Küçük kızı Reşide Sibirya’da bir çalışma kampında ölmüştür.” Ne acıdır ki Stalin O’nun soyunu yeryüzünden silmek istemiştir. Attila İlhan’ın “Sultan Galiyev’in kan revan içindeki hayaleti mazlum halklar arasında en çok da Avrasya’da dolaşıyor” sözleri bu trajediye işaret etmiyor mu?

Galiyev’in fikirlerinin beslendiği iki önemli kaynak vardır. Bunlardan ilki ‘dilde, fikirde, işte birlik’ ülküsünü belirleyen İsmail Gaspıralı’nın cedit hareketinin etkisiyle oluşan Türkçülük ve Turancılık. Diğeri ise Marksizmdir.

Emperyalizmin hedefi olan toplumlar temel alındığında uluslar arası alanda ana çelişkinin emek/sermaye değil ‘Mazlum Doğu/Sömürgeci Batı’ olduğunu belirtir. “Komünizm, Batı Avrupa ihtilal hareketine öncülük vermekle ciddi bir strateji hatası işlemiş bulunmaktadır. Çünkü kapitalist dünyanın zayıf noktasının Avrupa değil Asya olduğu unutulmuştur” tespitini yapar.

“Avrupa’da burjuvazinin diktatoryası yerine konacak bir proleterya (emekçi sınıfı) idaresi mazlum milletlerin durumunda bir değişiklik yapmayacaktır. Mazlum milletler için sadece efendi değişecektir.” düşüncesindedir. Galiyev “Marksizmi Asyalılaştırmıştır” Galiyev’e göre Batı Avrupa’da bir sosyalist devrim beklemek hatadır. Nedenini şöyle açıklar “Doğu’nun zenginliklerinin sömürgecilik aracılığıyla Batı’ya aktarılmasının ve aktarılan bu kaynaklardan Batılı işçi sınıfına pay verilerek devrimci isteklerinin ve potansiyelinin eritilmesinin yattığını söylemektedir. ” bu öngörüsü ile tarih Galiyev’i haklı çıkarmıştır.

Batı’daki ekonomik zenginliğin nasıl bir sömürü ile kazanıldığını Galiyev’in cümleleriyle ifade edersek “Doğu’nun Batı tarafından ne oranda sömürüldüğünü hesaplamak için sömürmüş ve sömürmekte olan Avrupa ve Amerika burjuvazisinin zenginliğinin ortaya çıkışında Doğu’nun payını belirlemek mümkün olsaydı, Batılı beyaz insanın tüm maddi ve manevi zenginliğinde büyük payın Doğu’dan çalındığını, tüm renk ve ırklardan yerlilerin kanı ve teri pahasına inşa edildiğini görürüz.”

Doğu’nun mazlum halklarını Batı emperyalizminden kurtarmanın stratejisini şu şekilde sıralamıştır.”Tatar-Başkurt Sosyalist Cumhuriyeti kurulacak, onun itici gücüyle Turan Federal Sosyalist Cumhuriyeti, bunun itici gücüyle adına Mazlumlar Enternasyonali dediği Doğu birliği kurulacaktır. Böylece Doğu’nun mazlum halkları Batı kapitalizmini yenecektir. Galiyev’in özgün fikirleri ışığında günümüze bir projeksiyon tuttuğumuzda karşımıza şu sorular çıkıyor. Bugün küreselleşme adıyla insanlığın önüne konulan projenin patronu kimdir? Bağımsız kalma mücadelesi veren milletlerin zenginliklerinin önce ekonomik krizler çıkarılarak sonra borçlandırma ve özelleştirme reçeteleri sunularak yabancı sermayenin eline geçmesi tesadüf müdür? Yoksa sömürgeciliğin post modern şekli midir?

Tataristan Yazarlar Birliği Başkanı Renad Muhammedi’nin ifadesiyle Galiyev adeta ‘Sırat köprüsünde’ mazlum milletlerin kuramcısı ve stratejisti
olarak mücadele vermiştir. Mustafa Kemal ve Galiyev anti emperyalist ve Türkçüdür. Türk birliğine inanmışlardır. “Eğer bizim savaşımız sadece kendimiz için olsaydı başarılması daha kolay olurdu. Oysaki kurtulması gereken şarkta daha bir sürü mazlum millet var” diyen Mustafa Kemal, Türk İstiklal Savaşı ile Batı emperyalizminin mağlup edilebileceğini göstererek mazlum milletlerin önünde özgürlük meşalesi olarak dolaşmaktadır. Attila İlhan’ın ifadesiyle “Sultan Galiyev’in kan revan içindeki hayaleti ise mazlum halklar arasında en çok da Avrasya’da dolaşıyor.”

Avrasya’nın kanlı satranç tahtasında Truva atları ve piyonlar ile değil vezirler ile hamleler yaptığımızda, tüm mazlum milletler batılı efendilerinden kurtulacaktır. İçinden Mustafa Kemal’i, Galiyev’i çıkarmış Türk milleti bunu başaracak tarihi ve kültürel potansiyele sahiptir. Yeter ki dip dalga güçlensin.