Etiket

milli mücadele

Tarama

Osmanlı ordusu I. Dünya savaşından sonra şartları çok ağır olan bir ateşkes antlaşması imzalamıştı. Buna göre ordular terhis edilecek, cephane ve silahlara el konulacak, haberleşme araçları itilaf devletlerinin kontrolüne bırakılacak ve memleketin herhangi bir köşesi itilaf devletlerinin keyfine göre işgal edilecekti.

Padişah ve halife sıfatındaki Vahdettin, yalnızca tahtını koruyacağı alçakça önlemleri araştırmakta, Dama Ferit’in başkanlığındaki hükümet ise korkakça ve haysiyetsizce İngilizlerin himayesine girme gayretleri içerisindeydi. Halk uzun süren savaşlardan bıkmış, yüzyılların getirdiği yoksulluk, salgın hastalık ve cahilliğin pençesinde darmadağın edilmiş vaziyetteydi. Bütün bu olumsuzluklara karşı ilk tepki gösteren kişi Mustafa kemal olmuştur. Yokluğun ve esaretin bir talih olmayacağını milletin kurtuluşunun yine milletin azim ve kararıyla olacağını çok iyi bilen Mustafa Kemal bir an önce Anadolu’ya geçerek Ulusal kurtuluş savaşını başlatma çalışmalarına girişmiştir.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Anadolu’da halkı örgütleyerek Ulusal kurtuluş savaşını başlatma çabalarına girişmiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından dokuz gün sonra Ordu müfettişi unvanıyla Kayseri’ye bir telgraf gelmiştir. Bu telgrafta İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilişinin protesto edilmesi ve işgali lanetleyen mitingler yapılması isteniyordu. Kayserililer Mustafa Kemal’in isteğini yerine getirmek isteseler de Kayseri Mutasarrıfı izin vermedi. Kiçikapı’da bulunan Aynalı Gazino’da bir salon toplantısı yapılarak işgale tepki gösterildi. Bundan sonra Binbaşı Fethi Bey, Kayseri halkına günü gününe Mustafa Kemal’in faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir.

Mustafa Kemal, Samsun üzerinden Amasya’ya, oradan Erzurum’a gitti. 28 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi toplanmış ardından 4-7 Eylül tarihlerinde Sivas Kongresi toplanmıştır. Sivas’a giden Kayseri delegeleri dönüşte Ahmet Paşa İlkokulu binasında toplantı yaptılar. Burada Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin şubesini kurdular. Sivas’tan getirdikleri İradeyi Milliye gazetesini dağıttılar. Kayseri’nin yerel gazetelerinde Milli Mücadele Kayseri halkına benimsetilmeye çalışıldı.

Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Kayseri-Kırşehir üzerinden Ankara’ya gitmek üzere, 18 Aralık 1919 Perşembe günü Sivas’tan ayrılmaya karara vermişlerdir. Ancak yola çıkarken arabalarında benzin olmadığı fark edilmiş ve benzin arayışına girişilmiştir. O dönemde benzin sadece Amerikan Koleji’nin müdiresinde bulunuyordu. Müdirenin benzin verme teklifini Mustafa Kemal ilkönce reddetmiştir. Daha sora benzin karşılığında makbuz kesilerek benzinin bedelinin ödetileceği şartı üzerine benzini almayı kabul eden Mustafa Kemal, karlı bir havada Sivaslıların sevgi gösterileri arasında Sivas’tan hareket etmişler ve 19 Aralık 1919 Cuma günü akşamı da Kayseri’ye çok zorlu bir yolculukla gelmişlerdir. Yolculuk sırasında konvoyda bulunan bir araç kara saplanarak gelememiştir. Kayserililer hava soğuk ve karlı olmasına rağmen; Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşlarını Kayseri’nin Kumarlı köyü yakınlarında saatlerce beklemişlerdir. Mustafa Kemal’in gelmesiyle heyeti büyük bir coşku ile karşılamışlardır. Mustafa Kemal’le Beraberinde Rauf Bey ve diğer heyet üyeleri ile Çifte Kümbed’de otomobilinden inerek Türk Bayraklarıyla süslenmiş cadde ve sokaklarda yediden yetmişe toplanan Kayseri halkının “YOLUNDA ÖLMEYE HAZIRIZ PAŞAM” sözleriyle alkışlanmışlardı. Halkın teveccühüne selamlayarak karşılık veren Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler konaklamak için şimdiki Atatürk evi olarak anılan İmamzade Reşid Bey’in evine gitmişlerdir.
Burada Mustafa Kemal Paşa’nın yanında ev sahibi İmamzade Reşid Bey, Faik SeIenk ve İbrahim Safa Bey bulunuyordu. Mustafa Kemal’in yanında Rauf Orbay, Mazhar Müfid Kansu’dan, Hakkı Behiç Bey, Binbaşı Hüsrev Gerede, Dr. Refik Saydam ve Yaver Cevat Abbas Bey vardı. Mustafa Kemal çok aç olmasına rağmen ekip arkadaşlarından kara saplanan araç kurtarılana kadar yemeğe başlamamıştır.

Ertesi gün, 20 Aralık 1919 cumartesi sabahından itibaren Mustafa Kemal Paşa, Kayseri belediye binasına gitmiştir. Kayseri Halkı ile ve bilhassa din adamlarıyla Raşid Efendi Kütüphanesi’nde toplantı yapmıştır. Bu toplantıda; şehrin eğitimli kişileri, esnaf ve tüccardan ileri gelenler bulunmuştur. Toplantıya katılanlara Mustafa Kemal Paşa memleketin içine düştüğü bu kötü durumdan ancak, birlik ve beraberlik içerisinde, milletçe kurtulunacağını söylemiş ve onlardan yardımlarını istemiştir. Mustafa Kemal, Kayseri’ye gelmeden öce dönemin Şeyhülislamının onlarca fetvasına rağmen Kayseri halkı yapılan toplantılara çok yoğun katılım sağlamıştır. Günümüzde bu ziyareti karalamak amacıyla Mustafa Kemal’e karşı Kayseri halkının çok soğuk davrandığı gibi asılsız söylemler ortalıkta dolaşmaktadır. Hâlbuki tarihi belgeler, gazeteler ve bazı günlüklerde bu ziyarete çok yoğun ilgi gösterildiği belirtilmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Raşit Efendi Kütüphanesi’ndeki bu toplantıdan sonra Kayseri halkı üzerinde büyük etkisi olan itibarlı din adamı Kızıklızade Hoca Kasım Efendi’yi evinde ziyarete gitmişlerdir. Bu görüşmelerde Hoca Kasım Efendi, Atatürk’e şöyle hitap etmiştir: “Günlerdir rüyamda gördüğüm kişiyle nihayet karşılaştım. Doğudan mavi gözlü bir zat gelecek ve bu vatanı kurtaracak. Allah’ül-alem, o zatı muhterem siz olsanız gerektir.” Bu sözler ve ardından Hoca Kasım Efendi’nin yapmış olduğu dua Atatürk ve arkadaşlarını son derece memnun etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu ziyaretten çok memnun kalmış ve ertesi gün Kayseri halkına hitaben, teşekkür ve memnuniyetlerini ifade eden ünlü beyannamesini hazırlamıştır.
20 Aralık 1919 gününü çeşitli toplantı ve görüşmelerle tamamlayan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Kayseri’de ikinci tarihi günü ve geceyi de aynı evlerde geçirerek, 21 Aralık 1919 Pazar sabahı saat 9’da Kayserililere bir beyanname yayınladıktan sonra Ankara’ya gitmek üzere Mucur’a hareket etmişlerdir.
“ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAİ HUKUK CEMİYETİ HEYETİ TEMSİLİYE’ SİNİN KAYSERİ AHALİİ MÜHTEREMESİNE BEYANNAMESİ” adıyla Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal imzasıyla yayınlanan bu beyanname Kayserililerin atadan evlada kalan ve iftiharla, şükranla taşıyacakları çok değerli bir belgedir. (Ayrıntılı bilgi için Ahmet Vehbi Ecer’in  Heyeti Temsiliye Reisi Orak Mustafa Kemal Paşa’nın Kayseri’ye Gelişi adlı eserine bakabilirsiniz.)

Mustafa Kemal Paşa, Kayseri halkından bu karşılama nedeniyle büyük övgülerle bahsetmiştir. Kurtuluş savaşının başlatılmasında güç ve moral bulduğunu beyannamede ayrıntılı olarak belirtmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kayseri’ye gelişi üzerinden tam 100 yıl geçmiştir. Bu geçen süre zarfında bazı şeylerin pek değişmediği anlaşılmaktadır. Milli mücadele Anadolu’da İstanbul’a rağmen başlamıştı. Milli mücadelenin öncüsü Atatürk’ün yüz yıl önce açtığı aydınlık ateşi Anadolu’da hala tütmektedir.

Milletler de canlı bir organizmadır. Üzerinde yapılacak cerrahi müdahaleler her zaman büyük riskler taşır. Millî bünyenin bağışıklık sistemini zayıflatacak unsurların çoğalmasına ve güçlenmesine zemin hazırlamak tedavisi güç toplumsal yaralar oluşturur. Millî kimliği etnik kimlik düzeyine indirgemek, devletin kuruluş felsefesiyle oynayarak sorunlara ‘çözüm’ aramak, etnik kimlik tartışmalarının süreklilik kazanması, etnik kimliklerin “kültürel kimlik olmaktan çıkarılıp siyasi ve hukuki kimliğe dönüştürme sürecine doğru ilerlemesi” toplumsal bütünleşmeyi değil, tehlikeli ayrışmaları tetikler. Küçük bir kartopu elinizdeyken sizin denetiminizdedir. Dağdan aşağıya attığınızda ise çığa dönüşür ve kısa sürede her şey denetiminizden çıkar. Üniter yapılı ulus-devletimiz birliğimizin, istiklâlimizin ve istikbalimizin sigortasıdır. Üzerinde ameliyat yapılmamalıdır.
Anayasanın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet yapısı niçin tercih edilmiştir? Tarihi ve sosyolojik arka planlarını inceleme ve anlama kaygısı olmaksızın millet, milletleşme süreci ve ulus-devlet kavramlarının tartışılması doğru mudur?
“Atatürk ‘Memleketin sahibi ve devletin kurucusu biz Türkler, necip kavim adı altında Araplara ve sarayın sadık hadimi Arnavutlara feda edildik’ diyerek yapılan tarihi hataya işaret etmiştir” . Çünkü necip ve sadık diye nitelenen gruplar ilk fırsatta kanlı ayaklanmalarla kendi kaderlerini tayin hakkını aramışlardır. 1821 Yunan isyanı ile başlayan bir asırlık çözülme süreci Türkler için sağ çıkanlar ile çıkamayanların öyküsünü anlatan korku tüneline dönüşmüştür. Justen Mc Charty “Ölüm ve Sürgün” kitabında bu dönemde sadece Balkanlarda 5 milyon sivil Müslüman Türk nüfusun yok edildiğini anlatmaktadır. Ne Osmanlıcılık, ne de ümmetçilik fikri siyasi birliği sağlayamamış ve felaketi önleyememiştir. Sarayın öz evladı devşirmeler ise ‘son görevlerini’ Paris’te Sevr’e imza atarak tamamlamıştır. Onlardan geriye kalan “Orta Anadolu bozkırlarında Damat Ferit ve takımının rakı masası yerleştireceği kadar büyüklükte bir vatan parçasıdır.” Kısaca özetlediğimiz bu toplumsal travma, millî mücadele sürecinin sonunda neden ulus-devlet kurulduğunun tarihi arka planıdır.

zhasibe2Bugün dünya devletlerinin büyük çoğunluğu ulus-devlettir. Ulus devletlerin temel özelliği tek bir millete dayanmasıdır. O milletin kültürü de aynı zamanda o coğrafyanın hâkim kültürüdür. İstiklâl Savaşı’nı kazanan ve devleti kuran aslî unsur doğal olarak da 1923’te kurulan ulus-devletin dayandığı aslî unsur ve hâkim kültür olmuştur. “ ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ sözü ile de ulus-devletin dayanacağı bu kimlik belirtilmiştir” .
Cumhuriyet yapay bir ulus inşasına girişmemiştir.
Tarihin en eski milletlerinden biri olan ve bu coğrafyada varlığını bin yıl kesintisiz sürdürmüş Türk milletinin, imparatorluk içerisinde ötekileştirilmiş millî kimliğinin yeniden onarılmasına ihtiyaç vardı. Bir anlamda ulus-devletin sağlam temeller üzerine inşa edilmesi için zeminin güçlendirilmesine çalışılmıştır. Başka bir ifadeyle Türk millî kimliğinin iade-itibarı süreci başlatılmıştır.
Çünkü Osmanlı Devleti’nde Türk ismi genelde hor görülmekteydi. Kaba- saba, cahil köylü gibi rencide edici ifadelerle anlamdaş kullanılmaktaydı. Basiret Gazetesi, Türk olduğunu söylemekten utanan gençlerden üzüntüyle bahsetmiş ve bu durumu tenkit etmiştir. Kâmusu’l-A’lam’da, Türk soyundan olan bazı kişilerin bu ismi kabul etmedikleri ve hakaret saydıkları belirtilmiştir.
Millî mücadelenin Başkomutanı, yeni kurulan cumhuriyetin de siyasi mimarı olan Atatürk millî mücadele sonrası bu kez de onarıcı liderlik özelliğiyle tarih sahnesine çıkarak, tarihin laboratuvarında üretilen en gerçekçi ve modern devlet formu olarak kabul edilen ulus-devlet şekli ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Türk sosyolojisinin kurucusu Ziya Gökalp’in “Millet toplumsal evrimin son aşamasıdır ve gerçek cemiyetler ancak milletlerdir” düşüncesini siyasi hayata tatbik etmiştir.

transUygulamaya konulan kültür ve eğitim politikalarının amacı Türkleştirme değil Türkleşmedir. Yüzyıllardır ihmal edilen, ötekileştirilen millî kimliğin yeniden onarılması için Türk’e yönelme, yitirilen kimliğin yeniden kazandırılması çabasıdır. Türk kültürünü bütün zenginlikleri ile ortaya çıkarma ve millî bilinç oluşturma çabalarına ağırlık verilmiştir. Tarihi millî motifler yeniden canlandırılmıştır. İki örnek vermek gerekirse; 1924’te Atatürk’ün başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul Üniversitesi bünyesinde Türk kültürünü ve medeniyetini dil, edebiyat, folklor gibi sahalarda araştırmak için kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün amblemi yine Atatürk’ün isteğiyle karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale olan bozkurt olarak belirlenmiştir. (Ancak bu yazıyı hazırlarken fark ettim. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün internet sitesinde Atatürk’ün istediği şekilde tasarlanmış amblem belli belirsiz duruyordu, gizlemek için sanki özel gayret gösterilmiş gibiydi. ) “Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın Atatürk’e gönderdiği 30 Ağustos 1935 tarihli Zafer Bayramı Kutlama telgrafında ‘ulu Başbuğ’a’ ifadesi kullanılmıştır.” Böylece tarihin derinliklerine vurgu yapılarak milletin tarihi hafızasına uyarıcı sinyaller gönderiliyordu. 1931 ve 1932’de Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, 1935’te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuştur. Özetle, millî kültür canlandırılarak millî bilinç oluşturulacak bunun itici gücüyle millî menfaatler daha güçlü korunacak ve millî ülkülere ulaşılacaktır.
Atatürk “1924 yılında Orhun Yazıtları kitabını okuduktan sonra, Bilge Kağan’ın ‘Ey Türk, üstte mavi gök çökmedikçe altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir ki. Ey Türk öykün ve kendine dön!’ dediği bölümün yanına, ‘Büyük Nutuk, böyle bir hitabeyle son bulacaktır’ diye not düştüğü kitap halen Anıtkabir’dedir.” Türk adını resmi devlet ismi şekliyle kullanan Göktürk’lerin Başbuğ’u milletine nasıl seslendiyse, Türk adıyla devlet kuran Cumhuriyeti’nin Başbuğ’u da “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diye bitirdiği Gençliğe Hitabe’sinde millete aynı şekilde seslenerek, Türk milletinin tarihsel bütünlük ve devamlılığına vurgu yapmıştır. Aynı şekilde “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişi de ırkçı bir meydan okuma değildir.

19

Sosyolojik analiz ile düşündüğümüzde bu söz; milletin yüzlerce yıl içerisinde zayıflatılmış tarihi hafızasının bilinçaltına yapılan bir sesleniştir. “Ayrıca kültürel gelişme açısından toplumlar sırayla klan, kabile, aşiret, ümmet ve millet olarak kabul edilmektedir. Yani millet en gelişmiş toplum biçimi ve toplumsal evrimin son aşaması olarak vurgulanmaktadır.” Atatürk bu özdeyişiyle milletin gerisinde kalan toplumların ilkelleşeceğine de vurgu yapmıştır. Türk millî kimliğinin dayandığı unsurlara ve Türk millî kimliğine dayanan değerlere karşı sistematik bir çabanın arttığını görüyoruz. Bu çaba içerisinde olanlar farklı siyasi kutuplarda olmalarına rağmen Türk kelimesine karşı ortak bir alerjileri vardır. Hayallerinde çok kültürlü, mozaik bir toplum inşası vardır. Türksüzleştirilmiş bir kimlik hayallerini bazen ikinci cumhuriyet, bazen de yeni Osmanlıcılık içinde saklayarak pazarlama çabasındadırlar. Dikkatlice bakıldığında pazarlamaya çalıştıkları ürünün paketinde made in CIA yazdığı görülebilir. Oysa hayallerindeki Türkiye ile mevcut Türkiye’nin kimlik yapısı çok farklıdır. Peter Andrews “Türkiye Cumhuriyeti’nde Etnik Gruplar” isimli çalışmasında Türkiye’de 47 etnik grubun varlığından bahsetmektedir. Türkleri, Türkmenleri ve Yörükleri farklı birer etnik grup olarak göstermesi hatta bunları kendi içinde alevi-sünni olara tekrar bölmesi ancak bilimsel görünümlü psikoloji savaş olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmada hepsi öz Türk olan unsurlar 15 farklı grup olarak gösterilmiştir. Aynı kitapta Kürtler, Zazalar, Araplar da alevi-sünni olarak tekrar bölünerek gösterilmiştir. Türkiye gibi büyük nüfuslu bir ülkede sayıları onlar, binlerle ifade edilen Almanlar, Estonlar, Molokanlar, Polonezler, Osetler vb tali grupları ise 20 etnik grup olarak tasnif etmiştir. Özel amaçlı hazırlandığı anlaşılan bu psikolojik harp ürünü çalışma Türkiye’de umduğundan çok müşteri bulmuştur. Ne diyelim ha gayret, yok mu artıran?
Bu alanda en ciddi bilimsel çalışmayı yapan Prof.Dr. Ali Tayyar Önder’e göre “Bilimsel ölçütle ve uluslar arası kabulle bir ülkenin mozaik olabilmesi için ülkede mevcut etnik grupların toplamının ülke nüfusunun %35’ini oluşturması gerekir. Türkiye’de tüm bilimsel veriler ve resmi tespitler ortalamasıyla yüzde olarak en anlamlı ikinci büyüklükteki nüfus % 6.5 ile Kürtlerdir. Zazalar %1 ve Araplarda yine %1 oranlarındadır.” Bunu teyit eden bir başka çalışma “Avrupa Komisyonu’nun yayımladığı ‘Eurobarometer-Europeans and Languages’a göre Türkiye’de ana dil olarak Türkçe’yi gösterenlerin oranı %93’tür.”
Ulus ve ulus-devletle doku uyuşmazlıkları ve zihinsel çatışmaları hiç bitmeyen ‘siyasi ümmetçi’ bir grup var. Tarihin hiçbir döneminde ‘siyasi ümmetçilik’ ile siyasi birlik kurulamamıştır. Rüştünü ispatladığı bir dönem olmamıştır. “Milletten büyük hayali birimlerden birisi ‘siyasi ümmetçilik’ diğeri de Marksist ‘dünya proleteryası’ fikridir. Siyasi ümmetçilerin tarihte niçin marksizmin siyasi proleteryası kadar bile ciddi bir varlık gösteremediğini açıklamaları gerekmez mi?”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni üniter yapı ve ulus devlet dışında başka formüller ile dönüştürmek milli birliğimiz, istiklalimiz ve istikbalimiz için sonun başlangıcı olur. Unutulmamalıdır ki Anadolu coğrafyası aynı zamanda bir medeniyetler mezarlığıdır.

Birinci dünya savaşının en ağır faturası Osmanlı devletine kesilmişti. İtilaf devletleri galip devletler olarak, İttifak devletlerine istediklerini dayatarak alıyorlardı. Osmanlı devletini kendi aralarında paylaşamadıkları için, geçiş döneminde Anadolu’nun paylaşmaya hazırlanması için Türklerle Mondros ateşkes antlaşmasını imzaladılar.
Yüzyıllarca savaşanlarda ezilen Türk halkı, bir an önce savaşların durmasını istiyordu. Hatta İstanbul’da ateşkes antlaşmasının imzalandığı gece fener alayları bile düzenlenmişti. Durumun vahametini ilk kavrayan üstün sevgi gücüne sahip Mustafa Kemal oldu. Mondros ateşkes anlaşmasının ülkeyi ve milleti nasıl bir bataklığı sürükleyeceğini çok iyi gördüğünden bu ateşkes antlaşmasından biran önce vazgeçilmesi gerektiğini ısrarla dile getirdi. Savaş yorgunu yoksul bir halkı direnişe çağırmanın ne kadar zor olduğu o dönemde en büyük kurtuluş önerileri arasında manda ve himaye fikri bulunuyordu. En büyük anlaşmazlık konusu ise hangi devletin mandasına girileceğiydi. Kimisi İngiliz mandasını savunurken, kimisi Amerikan mandasını savunuyordu. Kimisi de Fransız mandasının bizi kurtuluşa götüreceğine inanıyordu. O dönemde ortak inanç bir mandaya girmekti. Ancak kimin himayesine girileceği konusunda anlaşmazlıklar çıkıyordu.
Mustafa Kemal ise farklı düşünüyor, manda ve himaye fikrinin esaretten bir farkı olmadığına söylüyor ve gerçek kurtuluşun milli bir direnişle olacağına inanıyordu. Dönemin şartlarında ulusal bağımsızlıktan bahsedilmesi çok önemli bir olaydır. Birçoğunun aklının ucuna bile gelmeyen bu kavrama Mustafa Kemal yürekten inanmıştır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da haklılığı yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
Çok iyi bir örgütçü olan Mustafa Kemal kısa sürede halkı örgütleyerek dünyanın hayran kaldığı milli bir mücadeleyi başlatmış ve Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu dünyaya ilan etmiştir. Son yıllarda Mustafa Kemal’i milli mücadelede etkisiz bir yere koyma gayretleri artmaktadır. Ebetteki Kurtuluş savaşı Türk milletinin olan üstü gayretleri sonucunda kazanılmıştır. Ancak savaşı esas kazandıran etken halkı örgütleyip, askeri düzenleyip ve savaşı planlayıp uygulamaktır. Mustafa kemal ulusal kurtuluş savaşını başlatmadan önce zaten milli direniş hareketleri başlamıştı. Mustafa kemal kongrelere başlamadan önce Anadolu’da otuza yakın kongre yapılmıştı. Mustafa Kemal’den önce yapılan bu çabalar, yerel ölçekli olmuş ve sonuç almaktan çok uzak rastgele denilebilecek mücadele biçiminde gerçekleşmiştir. Uygulanan keyfilikler nedeniyle, birçok yerde halktan da tepki almaya başlamıştı. Milli mücadelede gerçek sonuç Mustafa Kemal’in örgütlü mücadelesi sonunda alınmıştır.
Mustafa Kemal’in yoğun çabalarıyla gerçekleşen milli mücadeleyi gölgelemek ya da etkisizleştirmek isteyenlere karşı cevap niteliğindeki bu yazımızda kanıt olarak sunduğumuz İngiliz gizli arşivleri konunun daha sağlıklı anlaşılmasını sağlayacaktır.
Günümüzde cılız seslerle de olsa aslında bir kurtuluş savaşının hiç olmadığını, Anadolu’nun işgal edilmediğini sadece Mustafa Kemal’e itibar kazandırmak için sahte bir kurtuluş savaşının icat edildiğine dair iddialar ortalıkta dolaşıyor. O iddiaya İngiliz arşivlerinde şu belgeyle cevap verilebilir:
Sayfa no: 678 Belge no:451
8 Haziran 1919
Amiral Sir A. Cathorpe’den Lord Curzon’a
“Ermeniler, Erzurum’a hücuma hazırlanıyorlar. Yunanlılar İzmir’i bir mezbaha haline getirdiler.”
Üç kıtaya, beş denize hükmeden Osmanlı nasıl bir avuç Yunan’a yenilir diyenlere bu rapor herhalde anlamlı gelecektir.
Kurtuluş savaşının İstanbul hükümetinin himayesinde yürütüldüğü iddia edilmektedir. Bu iddiayı aşağıdaki raporlar geçersiz kılmaktadır.

by Bassano, whole-plate glass negative, 2 January 1923Sayfa no: 761 Belge: 512
17 Eylül 1919
Amiral Sir F.de Robec’ten Lord Curzon’a
“Başbakan (İstanbul hükümeti), milliyetçilere (Mustafa Kemal’in birlikleri) karşı asker göndermeyi teklif etti. Fakat bu akıllıca bir hareket olmaz. En azından bir iç savaş başlatır. Ve daha fenası bu guruplar Mustafa Kemal’e birleşebilir. Bu konuda saray ve müttefikler zayıf durumdadır.”
Sayfa no: 763 Belge: 513
17 Eylül 1919
Amiral Sir F.de Robec’ten Lord Curzon’a
“İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine Mustafa Kemal’in başkanlığındaki Milliyetçi Parti’nin (Temsil heyeti) Erzurum’da başlayan, Ankara’ya, Sivas’a yayılan, Kastamonu ve Harput’u içine alan bir hareket başladı. Bize gelen haberlere göre, Anadolu’da özerk bir cumhuriyet kurma yolundalar. Hükümetin (İstanbul hükümeti) kabul edeceği barışı milliyetçiler kabul etmeyecek. Bu hareket 1908’deki Genç Türk hareketine benzer bir şey. O zaman da şimdi de başbakanlar (İstanbul hükümeti) bizim (İngilizlerin) dostumuzdu.”
Sayfa no: 785 Belge: 530
4 Ekim 1919
Amiral Sir F.de Robec’ten Lord Curzon’a
“Mustafa Kemal’in etkisi gittikçe yayılıyor. Sultan (Padişah Vahdettin), İngiliz otoritelerinden kuvvet kullanarak milliyetçileri (Mustafa Kemal taraftarlarını) durdurmalarını istedi.”

Rauf-OrbaySayfa no: 802 Belge: 543
4 Ekim 1919
Amiral Sir F.de Robec’ten Lord Curzon’a
“Başbakan ve içişleri bakanı (İstanbul hükümeti), durumun kütlüğünü kabul ediyorlar ve asileri (Mustafa Kemal’in ekibini) bastırmak için Müttefiklerden izin istiyorlar. Sivas kongrensinin en ilginç yanı, Avrupa Türkiye’sinin de millî sınırlar içinde kalmasıdır. Türk sınırları içinde özerk bir Ermenistan’a ve Rumlara izin vermeyeceklerini söylüyorlar. Ferit Paşa hükümeti, milliyetçilere karşı savaş ilan etti. Bütün Türk gazeteleri, Sivas kongresinin aldığı kararı zafer gibi gösteriyor. Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in asil bakışlı portreleri gazeteleri süslüyor.”
Sayfa no: 826 Belge: 549
15 Ekim 1919
Amerikan radyosu konuşmasından
Mustafa Kemal bana dedi ki:
“Bizim hükümetimiz yabancı hile ve müdahalelerle zayıflatılmıştır. Milliyetçilerin İngiliz ve Fransızlardan para aldığı yalandır. İngiliz sermayesi Türkiye’yi mahvediyor.”
Sayfa no: 873 Belge: 585
11 Kasım 1919
Amiral Sir F.de Robec’ten Lord Curzon’a
“Mustafa Kemal ve adamları bütün yabancıların ve özellikle İngilizlerin gitmesini istiyor.”
O dönemin şartlarında herhangi bir kamuoyu oluşturmak ya da propaganda yapmak amacında olmayan bu raporlar günümüz birçok tartışmasına ışık tutacak niteliktedir. Raporların gizli olması durumun daha iyi kavranmasını sağlamaktadır. Son yıllarda açıklanan gizli İngiliz belgelerinin yakın tarihimizi aydınlatacak önemli deliler olduğunu söyleyebiliriz.