Etiket

dünya

Tarama

Big-Bang denilen teoriden yaklaşık 10 milyar yıl sonra dünyamız oluşmuştur. Dünyanın yaşının yaklaşık 4,6 milyar yıl olduğu düşünülürse gezegenizimizin uzayda oldukça genç bir gezegen olduğu anlaşılmaktadır. Dünya, bize göre çok uzun bir oluşum sürecinde gelişimini sürdürmektedir. Dünyanın genel oluşumuna bakıldığında canlıların hatta yüzey şekillerinin bile süreçte çok kısa bir dönem olduğu görülmektedir.

Gezegenimiz 4,6 milyar yılı aşan bir yaşa sahiptir. Günümüzdeki yaşamsal alanının meydana gelmesi hem uzun hem de sancılı bir süreçte gerçekleşmiştir. Devasa depremler, büyük volkanik patlamalar, kıta hareketleri ve büyük iklim değişiklikleriyle günümüzdeki yaşamsal formlar meydana gelmiştir. Dünyanın canlı küre haline gelmesini sağlayan en önemli etken dünyanın atmosfer özelliğidir. Atmosfer de dünyadaki canlılar gibi sonradan meydana gelmiştir. Dünya ilk oluşumu sırasında kızgın bir lav parçası durumundaydı. Bu dönem milyarlarca yıl sürmüştür. Dünya’nın zamanla yüzey kısmı katılaşarak yer kabuğu oluşmuştur. Ancak yer kabuğunun oluştuğu dönemde atmosferik yapı yoktu. Bundan dolayı dünyaya milyonlarca meteor hiçbir değişime uğramadan düşmüştü. Düşen meteorların bazıları buz kütleleriyle kaplıydı. Zamanla meteorlardaki buzların erimesiyle devasa su kütleleri oluştu. Uzun süre sonra su kütlelerinin içinde ilk canlı yapıları oluşmaya başladı. Oluşan bu canlılardan bazıları inanılmaz bir fotosentez gerçekleştirmeye başladılar. Böylece dünyamız oksijenle tanıştı. Oksijenin beraberinde azot ve karbon gibi enerji akışının yani besin zincirinin temelini oluşturacak gaz kütleleri de oluştu. Böylece denizel canlılardan başlayan yaşam koşulları karasal canlılarında oluşmasıyla günümüzdeki devasa ekolojik yapı meydana geldi.

Oluşan kabuk kısmının içinde binlerce volkanizma meydana gelmesiyle atmosfer uzun süre volkanik gazlarla kaplandı. Bu olayın sonucunda dünyanın neredeyse tamamı buzul bir döneme girdi. İlk buzul dönemle dünyada bulunan canlıların neredeyse %95’i telef oldu. Bu olay dünyanın canlılar yönünden ilk resetlenmesi olayıydı. Ancak sözü geçen buzul dönemle en son yaşadığımız buzul dönem arasında bir ilişki yoktur. İlk buzul dönemde hayatta kalmayı başaran %5’lik canlılar hızla gelişerek dünyanın tekrar devasa bir ekolojik merkez olmasını sağladılar. İlerleyen jeolojik zamanlarda dünyada yine birkaç kez ekolojik reset dönemleri yaşanmıştır. Ama canlı ortamı hızla gelişimini sürdürmüştür.

Dünyada oluşan en son canlı türü insanlardır. Yaklaşık 2,5 milyon yıldır dünyada bulunan en yeni canlı türü olan insanlar milyonlarca yılda gerçekleşecek ekolojik dönüşümlerin birkaç yılda oluşmasını sağlamışlardır. İnsanın yaşama özellikleri diğer canlılar gibi ekolojik bütünlüğü sağlayan bir yapı olmak yerine ekolojik bütünlüğü tamamen yok eden bir yapıdır. İnsan etkisiyle günümüzde pek çok doğal olayın işleyişinde bozulmalar meydana gelmektedir.

Yaşamın temeli olan ve insanlar gibi dünyada yeni olan suyun işleyişindeki denge insan müdahalesi nedeniyle bozulmaya başlamıştır. Su buharının döngüsü buharlaşma, terleme, yoğuşma ve yağış şeklinde gerçekleşmektedir. Su döngüsüyle bir damla su yılda ortalama 42 defa atmosferle karar arasında yer değiştirmektedir. Su döngüsünde zaman zaman meydana gelen kaygı verici hadiseler yaşanmaktadır. Kuraklaşma ve aşırı yağışlar ile sel felaketleri su döngüsündeki bozulmanın sonucunda meydana gelmektedir. Su döngüsündeki bozulmaya hiç şüphe yok ki küresel ısınma neden olmaktadır.

Dünyadaki yaşam döngüsünün geleceği, atmosferdeki karbon miktarının artmasın bağlı olarak meydana gelecek küresel ısınmaya bağlıdır. Fosil yakıtlar yandığında atmosfere karbon gazı olarak karışır. Karbon hafif olduğu için havada asılı kalır. Bu şekilde duran karbon gazları güneşin yerden yansıyan uzaya gitmesi gereken ışınlarını tutarak dünyanın daha fazla ısınmasına sebep olmaktadır. Sere gazı denilen bu durum küresel ısınmayı artırmaktadır. Karbon gazının her geçen gün daha da artması küresel ısınmada ani artışları beraberinde getirmektedir.

Yeryüzünde bulunan tatlı suların %68’i buzullardır. Bunun anlamı yeryüzünde bulunan akarsuların ve tatlı sulu göllerin 68 bin katı kadarı buzullardır. Buzulların büyük bir bölümü kutuplarda, geri kalan bölümü de yüksek dağlarda bulunmaktadır. Böylesine devasa su kütlesi küresel ısınmayla eridiğinde okyanuslara ve denizlere korkunç boyutlarda tatlı su karışacaktır. Karışan tatlı sular deniz ve okyanuslardaki ekolojik yapıyı tümden değiştirecektir.  Dünyadaki karbon emiliminin büyük bir bölümünü deniz ve okyanuslar karşılamaktadır. Deniz ve okyanuslardaki karbon emen canlıların yok olması atmosferdeki karbon artışını rekor düzeylere çıkaracaktır. Buzulların erimesinin başka bir yönü de, deniz ve okyanus seviyelerinde gerçekleşecek artışlardır. Küresel ısınma böyle devam ederse dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri olan Bangladeş yakın bir gelecekte tamamen sular altında kalacaktır. Bangladeş’in aynı zamanda dünyanın yoksul ülkelerinden biri olduğu düşünülürse neredeyse 130 milyon insanın hayatı tehlikede demektir. Yine deniz ve okyanuslardaki yükselmelere bağlı olarak hemen hemen bütün kıyı şeritleri sular altında kalacaktır. Pek çok kıyı sahasının çok verimli tarım sahaları olduğu düşünülürse, yakın gelecekte ciddi gıda krizlerinin kapıda olduğu açıktır. Gelişmiş ülkelerden Hollanda ve Belçika, Almanya’nın büyük bir bölümü sular altında kalacaktır.  Suların istila etmediği yerler ise okyanus ve denizlerdeki dönemsel büyük dalgaların armasına bağlı su kabarmalarına maruz kalacaklardır. Ayrıca bu yerler kıyı kesimlerden iç kesimlerine doğru muazzam göç dalgalarına maruz kalacaklardır. Bunun alamı gelecekte bir yandan küresel iklim değişiklikleriyle mücadele edilirken bir yandan da ülkeler arasındaki çevresel sığınmacılar nedeniyle yaşanacak büyük savaşlarla da uğraşmak zorunda kalacağımızdır.

Küresel ilkim değişikliklerinden başka, aşırı tüketim ve yoğun üretime bağlı olarak pek çok doğal kaynağın tükenecek seviyelere yaklaşmasıdır. Gelecekte hem üretmek hem de tüketmek daha masraflı hale gelecektir. İnsan ve canlı besin kaynağının önemli bir kısmını topraklar oluşturmaktadır. Tarımsal üretim tamamen toprakta yapılmaktadır. Topraklarda hem aşırı tarım yapılmakta hem de aşırı yerleşim sahaları oluşturulmaktadır. Bu iki etken topraklarımızda ciddi tahribata neden olmaktadır. Gelecekte topraklarımız ya büyük ölçüde verimini kaybetmiş olacak ya da betona bürünecektir. Besin zincirinin en önemli halkasını oluşturan üretici durumundaki bitkiler, toprakların tahribiyle yok olacaklardır. Topraklar üzerinde yetişen bitki örtüsü, fotosentez yoluyla atmosferdeki karbonu emmektedir. Bitkilerin yok olması atmosferdeki karbonu artırarak kürsel ısınmayı daha da artıracaktır.

Atmosferde %21 oranında sabit miktarda oksijen bulunmaktadır. Dünyanın ilk oluşumunda oksijen yoktu. Oksijen deniz ve kara canlılarının fotosentezi sonucunda oluşmuştur. Bitki örtüsünün tahribi, deniz ve okyanuslardaki canlıların yok olması oksijenin de yok olmasına neden olacaktır. Dünyadaki bütün canlılar oksijen sayesinde varlığını sürdürebilir. Oksijensiz bir dünyaya sadece gezen denir.

Yaşamsal faaliyetlerden olan beslenme, temizlenme ve tarımsal alanların sulanması dünyadaki tatlı sular sayesinde gerçekleşmektedir. Tatlı suların aşırı kullanılması, onların kirlenmesine sebep olmaktadır. Suların içerisindeki kimyasalların oranı giderek artmaktadır. Bu artışa tarım alanlarına sıkılan kimyasal ilaçların da etkisi de neden olmaktadır. Gelecekte tatlı sular bulunacaktır, ancak kullanılabilir yapıda temiz tatlı su bulmak imkânsız hale gelecektir.

Geleceğe dair çevresel pek çok senaryo artık bir öngörü olmaktan çıkmıştır. Çevremizdeki bazı alanlarda telafisi mümkün olmayan yıkımlar başlamıştır. Önceden tehlike belirtileri varken artık tehlikeyi bizzat hissetmeye başladık. Şimdi bu kötü gidişatı tersine çevirecek fırsatı kaybetmiş durumdayız. Yapılması gereken şey, bu kötü gidişatı olabildiğince yavaşlatmaktır. Bunun için yaptığımız her şeyi çevreci bir bakış açısını göz önünde bulundurarak yapmaktır.  Artık çevreye zarar verme lüksümüz yoktur. Çünkü dünyamızın resetlenecek durumu kalmamıştır.

Venüs’ün Güneş etrafındaki 13 dönüşüne karşılık, dünya 8 dönüş yapar.  Dünya ile Venüs’ün arasına bir çizgi çekip hızla hareket ettirecek olursanız,  Dünya ile Venüs’ün yörüngeleri arasındaki mesafe ve yörünge hızları arasındaki oranlardan ötürü beşgen simetrik bir figür elde edilir.

Gezegenimiz hakkında her şeyi bildiğimizi düşünüyoruz, ancak gerçekten öyle mi? Bilim adamları elbette uzayda çok şey keşfetti. Ama hala daha gezegenimizde keşfedilecek çok şey olduğuna inanıyorlar.

Araştırıldıkça Dünya ile ilgili bildiğimizi sandığımız aslında tam olarak bilmediğimiz birçok şeyle karşılaşıyoruz. İşte bunlardan bazıları…

EVEREST DAĞI GERÇEKTEN DÜNYANIN EN YÜKSEK DAĞI DEĞİLDİR

Hawaii’de bulunan Mauna Kea Yanardağı deniz seviyesinden 4.205 m yüksekliğe sahiptir. Bununla birlikte, yanardağın en büyük kısmı deniz seviyesinin altında kalıyor. Tabandan zirveye kadar ölçülen Mauna Kea, Everest Dağı’ndan 1,355 m daha yüksek yani 10,203 m yüksekliğindedir.

DÜNYA ATMOSFERİNİN KESİN BİR SINIRI VARDIR


Karman hattı, deniz seviyesinden 100 km yükseklikteki uluslararası kabul görmüş bir hattır. Dünya atmosferi seviyesi çok daha yüksek olmasına rağmen, bu çizgi Atmosferi ve dış mekan arasındaki sınır olarak Dünya Hava Sporları Federasyonu tarafından kabul edildi.

DÜNYA ÜZERİNDEKİ EN KURAK YER ANTARKTİKA’DA BULUNUR

Genel olarak, dünyanın en kurak alanının binlerce yıldır yağış almayan Şili’deki Atacama Çölü olduğuna inanılıyor. Ancak Antarktika’daki McMurdo Kuru Vadileri yaklaşık 2 milyon yıldır hiç yağmur almadı. Buradaki rüzgar 320 km / saat hızlara ulaşabilir.

TATLI SU DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM SUYUN YALNIZCA % 3’ÜNÜ TEMSİL EDER


Okyanuslar ve denizler Dünya’nın suyunun %97’sini tutar. Tuzlu okyanus suları içmek için uygun değildir. Suyun geri kalan % 3’ü tatlı sudur. Bunun %70 i buzullarda ve %20 si Baykal Gölü’nde toplanmaktadır.

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI YAKLAŞIK 12000 YAŞINDA


Bilinen en eski tapınak olan Göbekli Tepe, Şanlıurfa’da bulunmaktadır. Araştırmacılar, sütunlardaki oymaların kabaca 11.000 yıl önce kuyruklu yıldız çarpmasının gezegenimiz üzerinde ani bir sıcaklık düşüşüne neden olduğunu kanıtladığını düşünüyorlar.

AY BİR ZAMANLAR DÜNYA’NIN BİR PARÇASIYDI


İsveçli bilim adamları, 4.36 milyar yıl önce Dünya gezegeninin, bir kuyruklu yıldız ile çarpıştığı hipotezini ortaya attılar ve bunun da Dünya’nın tek kalıcı doğal uydusunun oluşumuna neden olduğunu öne sürüyorlar.

250 MİLYON YIL İÇİNDE YERYÜZÜNDEKİ KITALAR TEKRAR BİR ARAYA GELECEKLER

Bildiğimiz gibi Pangea, 335-175 milyon yıl önce var olan bir süper kıtadır. Bu kıta Laurasia ve Gondwana’yı oluşturan iki farklı kıtaya ayrıldı. Daha sonra, bu ikisi yedi kıtayı oluşturmak üzere ayrıldı. Ancak bilim adamları, kıtaların yaklaşık 250-300 milyon yıl sonra tekrar bir araya geleceklerini ve Pangea Ultima olarak adlandırılan tek bir süper kıtaya dönüşeceğini düşünüyorlar.

TEK HÜCRELİ BİR ORGANİZMA İLK KİTLE YOK OLUŞUNA NEDEN OLDU

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü bilim insanları, Dünya üzerindeki tüm canlıların neredeyse % 90’ını yok eden kitlesel yok oluşu açıklayan bir teori önermektedir.

Methanosarcina adında bir bakteri, 252 milyon yıl önce okyanuslarda aniden ortaya çıktı ve böylelikle böceklerin yok olmasını sağladı. Ayrıca Arkozorlara gelişmek için eşsiz bir fırsat verdi.

DÜNYA’NIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU KARANLIKTA BULUNUR


Bildiğimiz gibi, Okyanuslar gezegenimizin yüzeyinin %71’ini kaplar. Güneş ışığına maruz kalan suyun derinliği 200 m’den fazla değil, bu nedenle suyun geri kalan kısmı daimi olarak karanlıktır. Bu nedenle, günün herhangi bir saatinde gezegenimizin çoğu karanlıktadır.

İKİ KOMŞU ÜLKE ARASINDA 24 SAATLİK BİR ZAMAN FARKI OLABİLİR


Amerikan Samoa’sı Kiribati’nin bir parçası olan Line Adalarından yalnızca 2.000 km uzaklıkta olmasına rağmen, iki komşu arasındaki zaman farkı 25 saattir.

Dünyanın geleceğine ilişkin değerlendirmede bulunmak için günümüzün mevcut verilerinden yaralanmak gerekmektedir. Geçen sayımızdaki yazımızda mevcut sorunları genel olarak değerlendirmiştik. Bu yazımızda ise dünyanın geleceğine yönelik karamsar tabloların oluşmasına dayanak oluşturacak verilerden yaralanacağız.

Dünyada hiç tükenmeyecek gibi duran kaynakların aslında bir dayanma kapasitesi bulunmaktadır. Bu kapasiteyi zorlayan insanların ihtiyaç algılamalarındaki değişikliliklerdir. İnsanların daha fazlasını isteme ve tüketme isteği doğal kaynakları geri dönüşü mümkün olamayan biçimde tükenmesine neden olmaktadır. Aslında dünyada doğal sistemlerin ana sigortası doğal kaynaklardır.

Doğal kaynakların önemine ilişkin örnekler

  • Yapılan araştırmalara göre ormanların yaz aylarında hava sıcaklığını 5–8,5oC arasında düşürmekte, kış aylarında ise 1,6–2,8oC arasında yükseltmektedir.
  • İyi gelişmiş 100 yaşındaki bir kayın ağacının yaklaşık 800.000 yaprağı tespit edilmiştir. Bu ağacın 5000 m3 havayı temizlediği, bu tek ağacın kesilip ortadan kaldırılması halinde aynı işlevi yerine getirmesi için 2700 fidan dikilmesi gerektiği, bunun üç yıllık masrafının 3 milyon dolar olduğu hesaplanmıştır.
  • Günümüzde sadece 15 kadar bitki türü dünya nüfusunun %90’nını doyurmaktadır.
  • FAO’nun tahminlerine göre 4–6 bin tür tıbbi bitkinin uluslararası ticareti yapılmaktadır.

Yukarıdaki örneklerin çoğalmak mümkündür. Çünkü doğal kaynaklar onca tahribe rağmen halen dünya nüfusunun ihityaçlarını karşılayabilmektedir. Ancak doğal kaynakların sınırlılığı ile insanların isteklerinin sonsuzluğu arasında süren bu savaşta hiç şüphesiz ki insanın doymak bilmeyen istekleri insanoğlunun sonunu getirecektir.

Tüketim toplumu ve dünyanın geleceği

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız hususlar dünyanın genel çevre sorunlarını belirlemek şeklinde olmuştur. Ancak mevcut çevre sorunlarının ana kanyağı üzerinde yeterince durulmamaktadır. Hal öyle bir duruma ulaşmıştır ki, artık bazı çevresel sorunları ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı bir duruma doğru gitmektedir. Buna göre artık insanların tüketim alışkanlıklarının sorgulanmasının sırası gelmiştir. Tüketim toplumunun aldatıcılığıyla ilgili aşağıda birkaç hususu belirtmekte yarar vardır.

  • Zengin ve yoksul ülkelerde bildirilen mutluluk düzeyleri arasında çok az bir fark vardır.
  • Hayal edebildiğimiz tek tatmin olma şansı, şuan sahip olduğumuzdan daha fazlasına sahip olmak. Fakat hepimizi tatminsiz yapan şey de şu anda sahip olduklarımız.
  • Dünya genelinde 202 dolar milyarderi ve 3 milyondan fazla dolar milyoneri var. Aynı zamanda yol kenarlarında, çöplüklerde ve köprü altlarında 100 milyon evsiz insan yaşamaktadır.
  • Hollanda tarımsal ürünleri kendi topraklarının üç katı büyüklükte topraklara sahip gelişmekte olan ülkelerden ithal etmektedir.
  • Reklamcılar, belli bir ürünü satmayı başaramasalar bile, yaşamdaki her sorunu çözebilecek bir ürünün var olduğu ve doğru şeyleri satın alırsak varoluşun tatminkâr ve tam olacağı fikrini durmaksızın tekrarlayarak tüketiciliği kendisini satmaktadırlar.
  • Kanada, her yıl sadece Amerikan gazetelerinde üzerine reklam basılacak gazete kâğıdını sağlamak üzere, uzun süredir var olan ormanlarının 17 bin hektarını-Washington büyüklüğünde bir alanı- kesmektedir.

Yukarıdaki örneklerde de anlaşılacağı üzere tüketim toplumu sadece sahte bir mutluluk vaat etmektedir. İnsanların çok tükettikleri takdirde daha fazla mutlu olacakları düşüncesi, insanları daha fazla mutsuzluğa sevk etmektedir. Ancak inansın tüketim hırsından kaynaklanan davranışlarının en büyük bedelini çevre ödemektedir. Çünkü şuan var olan çevresel sorunların en başlıca nedeni insanların tüketim yoluyla çevreye verdikleri zararlardır.

Sonuç ve öneriler

İnsanların tüketmeden yaşamaları mümkün değildir. Ancak tüketim alışkanlıklarını çevreye daha duyarlı hale getirmesi dünyanın geleceğine ilişkin karamsar tabloların dağılmasına neden olur. Eğer gezegenin yaşamı destekleyen ekosistemlerinin gelecekteki nesillere kalması isteniyorsa, tüketim toplumu, kısmen kaliteli, düşük enerji gerektiren dayanıklı tüketim mallarına yönelerek, kısmen de tatmini boş zamanlar değerlendirmede, insan ilişkilerinde ve maddiyata dayalı olmayan diğer alanlarda arayarak kaynak kullanımını önemli derecede azaltmak zorundadır.

İnsanların tek başına tüketmek yerine paylaşmanın daha ön plana çıktığı, insana verilen değerin doğal çevreye verilen değerle aynı düzeyde olması gerekmektedir. Bunun için daha iyi ve sağlıklı bir gelecek için tüketim alışkanlıklarımızı bir an önce gözden geçirmek durumundayız.