Dünya kaynaklarının sınırsız tüketimi ve serbest piyasa şartlarındaki acımasız rekabet anlamına gelen kapitalizm, “Yeni Dünya Düzeninin” sonu da beraberinde getirmeye başlamıştır.
Geçtiğimiz haftalarda dünyayı sarsan ekonomik krizler aslında aslında 90’lı yıllarda tek kutuplu dünyanın geleceğe dönük belirsiz yönünü de göstermekteydi. Özellikle küresel sermayenin yoğun bir şekilde yönetildiği ABD’de birçok düşünür daha 90’lı yılların ortalarında kapitalizmde kaynaklanan krizlerin çıkacağı öngörüsünde bulunmaktaydılar. Ama ne ilginçtir ki ABD’li yetkililer, krizin yaklaşan ayak seslerini bizde var olan oldukça trajikomik vurgusuyla, “Hamdolsun biz krizden etkilenmeyeceğiz”, aymazlığıyla savunmaya çalışmışlardır. Bu durum ABD’li yetkililer aslında daha 90’lı yılları ortalarında çıkan krizi bir takım hisseleri şişirerek geçiştirmeye çalıştıklarını açıkça göstermiştir. Böylece yıllarca şişirilen küresel mali sistem birden bire patlamıştır.
ABD”li ünlü iktisatçı Lester C. Thurow 1996 yılında kaleme aldığı “Kapitalizmin Geleceği” adlı kitapta dünyayı etkisine aldığı kapitalizmin sonunun geldiğine ilişin öngörülerde bulunmuştur. Thurow’a göre bireycilik üzerine kurulu olan kapitalizm, bireyin doğasındaki kısa vadeli düşünme eğilimini dengeleyerek sosyal kuralları içermeyen bir sistem olduğu için kendini tehlikeye atmaktadır.
Yine Thurow eserinde, kapitalizmin rakipsiz kalmasının yaratacağı sorunları şu şekilde dile getirmektedir: Tarihsel olarak, dışarıdan gelen askeri tehditler, içerdeki toplumsal huzursuzluklar ve alternatif ideolojiler, statükoda kazanılmış hakları aramak için bir bahane olarak kullanıldı. Bunlar kapitalizmin varlığını sürdürmesini ve gelişmesini sağlayan şeylerdi. Eğer kapitalizm tehdit edilmiş olmasaydı, Roosvelt başarı sağlayamazdı. Tarihte de geçerli sosyal sistemlerin hiçbir rakiplerinin olamadığı dönemler vardır. Eski Mısır, Roma İmparatorluğu, Amiral Perry gelmede önceki Japonya gibi. Tüm bu durumlarda egemen olan sosyal sistem egemenliğini yitirmiştir.
Aynı şekilde Paul Kenndy, dünyadaki varlıklı ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki uçurumun giderek arttığına dikkati çekmiş, yoksul ülkelerin varlıklı ülkelere yasadışı baskısını önlemek için yoksul ülkelerin sorunlarına eğilmek gerektiğini belirtmiştir. Paul Kenndy’in görüşlerini destekleyen New York Times gazetesi köşe yazarlarından Thomas Friedman şöyle demişti: “Kötü durumdaki komşunuzun ziyaretine gitmezseniz, o sizi ziyarete gelir”.
Ayrıca dünyada mevcut sorunlara çevresel bir değerlendirme amacıyla kurulan ve her yıl yayımladığı “Dünyanın Durumu” serisiyle çevresel sorunları anlatan Worldwatch Enstitüsünün başyazarlarından olan Lester R. Brown da kapitalizmle ilgili bir takım öngörülerde bulunmuştur. Brown’a göre dünyanın mevcut kaynaklarının insanoğullunun sınırsız istekleri karşısında giderek yok olma tehlikesi altındadır. Özellikle kapitalist sistemin dünyanın mevcut kaynaklarını tüketme yolunda sarf ettiği yoğun üretim faaliyetleri ileri dönemlerde çevrenin bozulmasına paralel olarak dünyada ciddi gıda sorunlarının yaşanacaktır. Brown, kapitalizminin sonunu bu şekildeki bir kapitalist anlayışının getireceğinden bahsetmektedir. Yukarıdaki ifadeler kapitalizmin içinde bulunduğu çıkmazı göstermektedir. Zaten adil olmayan gücün adaletsiz kuralları günün birinde kendine de bulaşır.
Dünya siyasetinde karşılılık, eşitler arası temel ilişkiler gibi kavramlar kapitalizmin baskıcı tutumlarına karşı geliştirilmiştir. Özellikle hâkim gücün olmadığı tek kutuplu dünya düzeninde “uluslararası adalet” en çok aranan kavramlar arasında yer almaktadır. Bu açıdan bakacak olursak Türk kurtuluş savaşı ve sonrasında uygulanan ve tam bağımsızlığa dayalı milli ekonomik yapı günümüz sorunlarına çözüm oluşturacak bir model niteliği taşımaktadır. Ünlü İngiliz tarihçi David Fromkim, Barışa Son Veren adlı kitabında bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: “Mustafa Kemal siyasi sınırları belirlerken sadece kendi ülkesinin neler alacağını değil komşularının da neleri kabul edeceğine dalyalı bir siyasi sınırları belirlemiştir.” diyerek cumhuriyetin kurtuluş temellerinde uluslararası ilişkilere karşılılık esasına dayalı bir bakış açısı geliştirdiğini göstermiştir.