Her toplumda olduğu gibi Türk Türk toplumsal yaşamında da bayramlar önemli bir yer tutar. İlk Türkçe sözlük olan Divanü lügati’t-Türk’te sevinç ve eğlence gününü ifade eden Badram kelimesi Anadolu Türkçesine bayram olarak geçmiş ve bu şekli ile kullanılmaktadır. Bu kelimenin Arapça karşılığı Iyd/AVD’dir.
Bayramların birçok çeşidi vardır. Bunları milli bayramlar, dini bayramlar, kökeni tabiata bağlı olan yeniden doğuş ve diriliş bayramları, bölgesel eğlence ve festivaller( bağ bozumu, kuzu/koyun
yıkama… vb.) olarak ifade etmek ve sıralamak mümkündür.
İnsan yaratılışı gereği kendinin de bir parçası olduğu tabiatta var olan taş, kaya, dağ, su, ağaç, ateş, güneş, ay, yıldızlarla ilgilenmiş, bunların hareketlerini anlamlandırmaya çalışmıştır. İşte bu kozmik dünyada var olan olaylardan biriside 21 Mart bahar ekinoksudur. Yani gece gündüz eşitliğidir.
Biz burada kökeni tabiata bağlı yeniden doğuş ve var oluş bayramı olarak kabul ettiğimiz Nevruz/Navrız Bayramı üzerinde duracağız. Kaostan kozmoza geçişi ifade eden, mitolojinin anlamlandırdığı makrokozmik gerçeklilikle, orada ifadesini bulan insanî mikrokozmun sosyal gerçekliği arasında bir bağ olarak tanımlayabileceğimiz bayram ve bu bağlamda Nevruz, Türk Dünyasında Ulusun ulu günü, Nevruz, No Ruz, Novruz, Neyruz, Navrız, Nartuvan vb. adlarla anılmakta olup o gün;
1-Hz. Âdem’in yaratıldığı gündür16
2- Hz. Nuh’un gemisinin karaya, Tufandan kurtulduğu oturduğu gündür
3- Yunus peygamberin balığın karnından çıktığı gündür.
4- Hz. Muhammed’in peygamberlik hil’atını giydiği gündür.
5- Hz. Ali’nin doğum günüdür.
6- Hz. Ali’nin halife seçildiği gündür.
7-Hz. Ali’nin doğum gününde Nevruz adlı öksüz bir çocuğun kutlama gününde getirdiği kırmızıya boyanmış bir yumurtadan dolayı günümüze kadar kutlanan kırmızı yumurta bayramıdır.
8- Hz. Ali ve Fatımatü’z-Zehrâ’nın evlendikleri gündür
9-Dargın olanların barışması için Hz. Ali tarafından ilân edilen bayramdır.
10- Güneşin Balık burcundan Koç (Hamel) burcuna girdiği gündür.
11- Kış mevsiminin sona erip, baharın başlamasıyla birlikte Türklerin kışlaklardan yaylaklara göç etmeğe başladığı gündür.
12-. Türkler’in Ergenekon’dan çıktıkları gündür. Beş bin yıldan beri Dünya Türklüğü’nün yeniden doğuş ve bahar bayramıdır.
13-. Harezm hükümdarı Sultan Melikşah’ın ortaya koyduğu bayramdır.
14. Orta Asya ve Ön Asya halklarının eski ananevî yeni yıl bayramıdır. Orta Asya’da İslâm dini yayılmadan evvel mevcuttur.
15. Türklerde bahar bayramıdır.
16-. Eski İran takvimine göre yılbaşıdır.
17-. Takvim-i Celâlî’de yılbaşı ve yılın bahar başlangıcı olan, mart-ı rûmînin dokuzuncu günüdür.
18-. Demirci Kawa (Kave)’nin Arap hükümdarı Azi Dahak’a galip geldiği gündür.
19- Sultan Nevruz adlı bir kişiden kalmıştır. Bu sultan, yoksulları koruduğu için halk da bu günü, onun anısına doğum günü olarak kutlamıştır.
20- Dünyanın yaratılışının tamamlandığı gündür…vs.
21-Tanrının ölüleri dirilttiği gündür. Bugün tanrı onlara ruh verir. Göğe emir vererek üzerlerine yağmur yağdırır. Bu sebeple insanlar kutlamalarda su serperler.
22- Baharın ilk günüdür.
Yukarıda sıralanan görüş ve düşünceleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak bu görüş ve kabullere dikkatle bakıldığında bunları doğrudan dinle ilişkilendirmek mümkün olmadığı gibi, bir millete mal etmek de mümkün gözükmemektedir. O halde bu bayram hangi coğrafyada, nasıl meydana gelmiştir? Öncelikle belirtmek gerekir ki, milletlerarası düzeyde kabul görmüş ve çeşitli halklar tarafından benimsenmiş bir bayramın ancak güçlü bir kültür tarafından yaratılabileceği gerçeğinden hareketle, bu bayramın kökenine bakmak gerekir.
Araştırmacılarca İlk bakışta Mezopotamya kökenli olduğu kabul edilen bu bayram, tarihin en eski ve uygar milleti kabul edilen Sümerlilerce kutlanıyordu. Sümerliler bu bayrama A-ki-til adını veriyorlardı (Til=yaşamak, yeniden doğmak) (Eliade 1980: 71-74; 333-334). Bu bayram ve kutlamalar Sümer-Akad sentezi içinde de yer aldı.
Mezopotamya’da Sümerlilerin iktidar ve hâkimiyetlerini kaybetmeleri ve bölgenin önce Sami Akadlılar, ardından da Asur ve Babillilerce istilâ edilmesinden sonra bu bayram Nisan ayında ve on bir gün süre ile kutlanılan bir yeni yıl bayramı oldu. Babil bayramlarının en büyük ve muhteşemi olan bu bayrama Babilonya’da Akitu adını verdiler (Limet 1984: 19). Ancak Sargon öncesi metinlerde (M.Ö. 2100-1900) zikredilen bu bayramın daha eski bir köke sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca halk bu dönemde yıllık olarak kaderlerinin belirlendiğine inandıkları ve bu sebeple bir tür “kader bayramı” olarak kabul edilen Zagmuk’u da kutluyordu.
On bir gün süren akitu kutlamaları, yukarıda da belirttiğimiz gibi Babil takvimine göre yılın birinci ayında (=Mart-Nisan) gerçekleşiyordu. Kutlamaların ilk üç gününde hazırlıklar yapılır, 4. gününde üst sınıftan bir din görevlisi sesgallou, tanrı Marduk şerefine ve onun heykeli önünde evrendeki düzenin yeniden kurulması kaostan kozmoza geçişi anlatan Babil yaratılış destanı Enuma Eliş‘i okuyordu. Kutlamaların beşinci gününde ise tapınaklar temizleniyor, kral bugün yetkilerini tamamen terk ederek bir vatandaş haline dönüşüyor ve yıl içinde yaptığı bütün kötülükleri, haksızlıkları itiraf ederek, bir tür tövbe, günah itirafında bulunuyordu. 8. gün kırda bulunan ve Akitu’nun Evi denilen tapınağa ayin alayı, kanaldan teknelerle, karadan da atlı arabalarla geliyordu. Orada Marduk’un tanrıların düşmanı Tiamat’a karşı kazandığı galibiyet ve zaferin ifadesi olan Babil yaratılış destanı okunuyor, bu olay temsili olarak canlandırılıyor, ardından da akitu evinde “cultic picnic” diye nitelendirilebilecek yemek veriliyordu. 11. gün, Tanrılar Babil’e dönüp kader sekisinde dünyanın bir yıllık kaderini belirliyorlardı (Limet 1984: 18-19).
Burada bir hususu belirtmek gerekir. O da, 6 ve 12. ayda Ur’da kutlanılan A-ki-ti adlı hasat bayramıdır. Bu bayram, yılbaşı bayramı değildir ve akitu ile ilgisi yoktur (Limet 1984: 18).
Akitu yeni yıl bayramının devrin büyük devletleri olan Mısır, Hitit ve İran’da da kullanıldığı ifade edilmekle birlikte bu kutlamaların yapılış biçimi hakkında yeterli bir bilgi mevcut değildir.
Enuma Eliş’ten daha eski köklere sahip olduğu kabul edilen Akitu bayramı dinî olmaktan daha ziyade siyasî bir öz taşımaktadır. Bu bayram kutlamalarında üç unsur göze çarpmaktadır:
a) Anma
b) Büyüsel-simgesel ritüel
c) Kurban sunuları
Bunların hemen hepsi tanrısal ritüelle ilgilidir.
Avesta ve onun allegorik tefsiri Zend’de Nevruz’la ilgili bir bilgi bulunmamasına, hatta No Ruz=Nevruz kelimesinin avestik formunun bilinmemesine rağmen, (Boyce 1976: 34; 72-73) Sümer medeniyetinin temel kavramlarını alıp Akatça’ya çevirerek onları sahiplenen Samilerin ardından Mezopotamya’ya gelen göçebe Aryalar, pastoral ekonomiden ziraî ekonomiye geçiş sürecinde, o bölgede A-ki-til, a-ki-tu ve Zagmuk adı ile kutlanılan bu bayramı alıp Nevruz adı ile kutlamaya başladılar. Hürmüz ve Ehrimen’in teşekkül ettiği Akamenidler döneminde (M.Ö. 559-330) Darius tarafından inşa edilen Persepolis’te Nevruzun kullanıldığı bilinmektedir. Ne var ki, güz yeni yıl geleneğinin yerini alan bu yeni yıl bayramı İran’da oldukça değişik anlamalara neden olmuş, önceleri dinî bir özellik gösteren bu kutlamalar Sasanîler döneminde (226-652) Sasanîler’in Zerdüştî papazlara karşı Mani rahiplerim desteklemeleri nedeni ile sekülarize edilmiş, yani, dinî temalarından tamamen soyutlanarak popüler ve folklorik bir bayrama dönüştürülmüştür. Hiç kuşkusuz bu bayramın şekilleniş ve kullanılış biçimi üzerinde sadece Zerdüştilik değil, Mani Dini ve Mitraizm de etkili olmuştur.
Batılı araştırmacı Gray’ın haklı olarak belirttiği gibi, Nevruz’la ilgili temel bilgilerimiz Avesta ve Pehlevi metinlere değil, Müslüman İran dönemi perso-arabik metinlere dayanmakta olup bunların başında da Birûnî’nin (937-1051) El-Asarü’l–Bâkiye Ani’l-Kuruni’l-Haliye adlı eseri yer almaktadır (Gray 1981: 872). Cemşîd’in dini Nevruz’da yenilediğini, Azerbaycan’a gelişi sırasında halkın bundan memnun olarak bu günü bayram ilân ettiklerini, şeker kamışından şekerin ilk defa bu dönemde yapılıp halka ikram edildiğini anlatan (Birûnî 1923: 216) ve bunları da “Nevruz-ı Kebirde yapılan işler” diye isimlendiren Birûnî (Birûnî 1923: 217) söz konusu eserinde Nevruz’un başlangıcı ile ilgili olarak şöyle bir hikâye de anlatmaktadır:
Davud Oğlu Süleyman Peygamber, yüzüğünü kaybetmiş ve saltanatı da elinden gitmişti. Kırk gün sonra yüzüğü bulunup kendisine getirildi ve o da saltanatına tekrar döndü. Bu esnada etrafında padişahlar ve tepesinde de kuşlar toplandılar. Bunu gören Farslar, “Nevruz Amed” yani “Yeni gün geldi” dediler… Böylece bu gün, Nevruz olarak adlandırıldı. Sonra Süleyman Peygamber, rüzgâra kendisini gezdirmesini emretti. Bunun üzerine rüzgâr da Süleyman Peygamberi taşımaya koyuldu. Yolda kırlangıç, önlerine çıkarak, “Padişahım, benim yuvamda yumurtalarım var, yolunu değiştir, onları ezme!” dedi. Süleyman Peygamber de yolunu değiştirip yere indiği zaman, kırlangıç, gagasında su getirip bu suyu Süleyman Peygamberin önüne serpti ve ona hediye verdi… Bu sebepten dolayı Nevruz’da su serpilir ve hediyeler verilir…” (Birûnî 1923: 215).
Bu hikâyede kutlamalar sırasında yapılan çeşitli uygulamalardan söz edilmektedir. Bunlar; raşşü’l-mâ=su serpilmesi (Birûnî 1923: 266), hatvü’t-türâb=toprak atılması (Birûnî 1923: 266) ve oyunlar oynanmasıdır. Bîrûni’ye göre özellikle Nevruz-u halife demlen ve kutlamaların 11. günü Bağdat’ta yapılırdı (Birûnî 1923: 266).
Firdevsi (934-1020) ise tarihî gerçeklerden tamamen uzak ve anakronizmin egemen olduğu meşhur eseri Şehnâme’de İranlılar’ın kutsal atası olan Yima’nın devler ülkesinden muzaffer bir biçimde dönüşü anısına kutlanılan Nevruz’la, Yima’nın kraliyet otoritesini gasbeden ve kaynaklarda bir Arap hükümdarı olarak takdim edilen Azi-Dahhak’ın hapsedilmesi anısına kullanıldığı ifade edilen Mihrican hakkında, Nevruz’un Cemşid adına, Mihrican’ın da Feridun’un tahta çıkışının şerefine icat edildiğini ifade etmektedir (Firdevsi 1992: 177).
Günümüzde İran’da olduğu gibi, Hindistan’da yaşayan Parsiler’ce de Jamschedi Navruz adı ile kutlanılan Nevruz, İranlılar’ın güneş takviminin birinci ayı olan Farvardin’in 20/21. günlerine rastlamaktadır (Yarshater 1987: 341).
Acaba biz bu bayramın neresindeyiz?
Türk tarihi boyunca bu bayramın kutlanıp kutlanmadığına kutlanılmışsa buna ne ad verildiği söz konusu kutlamaların nasıl bir r nitelik taşıdığına bir göz atmak gerekir.
İlk dönem Çin vakai-i nameleri Bozkurt’tan bahsetmektedir. Türklerin bulundukları bölgenin dağlarla çevrili olduğunu, bu yere “Mamelles de la terre (Toprağın memeleri)” denildiğini kaydeden Süryani Mihail, Türklerin buradan ilk defa M.Ö. 510 yılında çıktıklarını anlatmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, eski Türklerin mağara mabetleri tesis ettikleri bilinmekte, bu alışkanlığın Budist dönemlerde de, dinin kendilerine empoze ettiği düşünce ve inançlarla devam ettirildiğinden söz edilmektedir. Ayrıca bütün klasik kaynaklarda Türklerin beşinci ayın 10-20. günleri arasında ırmak kenarlarında, şenlikler düzenledikleri, kurban kesip, saçı yaptıkları da anlatılmaktadır. Ecdat mağarası adı verilen bu mağaradan çıkanlarını etnik açıdan protomogol veya avar oldukları tartışılan Juan-Juanlar’ın demircileri olan Türkler olduğu ise bütün tarihî kaynaklarda yer almakta, bütün araştırmacılar bu gerçeği kabul etmektedirler. Şüphesiz bu bayramlara ne ad verildiği, bunların Ortadoğu yeniden doğuş mitleri ile ne derece ilgili olduğu hakkında yeterli bir bilgi bulmak güç gözükmektedir.
Yukarıdaki ifadelerden Gök Tanrı’ya inanan Türklerin ismini bilmediğimiz ama Nevruz’a benzer bir bayramı kutladıkları anlaşılmaktadır. Süryani Mihail’in tasvir ettiği ve Ergenekon destanında da ifadesini bulan bu bayram Türklerin diriliş, tekrardan var oluş bayramıdır. Türkler Ergenekon’dan çıkışın anısına bu bayram kutlamalarında demir döverler.
Bilindiği üzere Nevruz kutlamaları Selçuklular ve Osmanlı döneminde de devam etmiş, Nevruz kutlamaları münasebeti ile dönemin şairlerine Nevrûziyeler takdim edilmiş, askerlere bayram izinleri verilmiştir. Osmanlı sarayındaki kutlamalarla ilgili olarak II.Abdulhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu” Nevruz baharın ilk günü olduğundan nevruzdan bir gün önce Eczane-i Hümayunda nevruz macunu hazırlanır. Bu, üzerine altın tozu dökülmüş bir şekerdir. Tüllere sarılan bu şekerler devlet erkanına dağıtılır. Sabah aç karnına yenilirse şifa olur. Şeker konulan sinilere şekerden başka yedi türlü yiyecek te konulurdu. Bunlar “s” harfi ile başlayan Susam ,süt, simit, su, salep, safran, sarımsak olup bunlardan da birer parça alınırdı” demektedir.
Nevruz kutlamaları ile ilgili dinsel tereddütler yaşanmış mıdır?
Bilindiği üzere toplumlara kurtuluş vadeden monoteist dinler, kendi inanç ve uygulamaları dışında hiçbir doğru inanış, düşünce ve uygulamayı kabul etmezler. Bu nedenle halkın çoğunluğu olmasa da birçok dini topluluk ve cemaat dün olduğu gibi bugün de nevruz bayramına karşı çıkmış ve çıkmaktadır.
Osmanlı döneminde de bu bayram kutlamaları ile ilgili olarak tereddütler yaşanmış dini makamlardan fetvalar istenmiştir. Bu konu ile ilgili olarak elimizde meşhur Osmanlı Şeyhü’l-İslamlarından Ebussu’ûd Efendi’ye âit iki tane fetva bulunmaktadır. Bu fetvalardan birincisi şöyledir:
Mesele: Hind Nevruzda yeñice kaftanlar giyse, zevci Zeyd “çıkar” diyicek. “Bu gün Nevruzdur, giyerin” dise şer’an mezbûreye ne lâzım olur?
Cevab: Ol günü tazim için olmayacak nesne lâzım olmaz.
İkinci fetva ise şöyledir:
Mesele: Nevruz gününde Zeyd-i müslim eyû libaslarını giyüb yiyüb, içse, yârânları ile sahraya gitse ism lâzım gelür mi?
Cevab: Nesne lâzım gelmez. Nevruz Mecusî değildir, nevruz Sultânidir.
Birincisi: İran Nevruz’u hakkında, eski İran Zerdüştliğinin kutsal kitabı olan Avesta ve onun alegorik tefsiri olan Zend’de bir bilgi mevcut değildir.Bu nedenle olmalıdır ki,, Osmanlılar Nevruz’u bir Mecusî âdeti olarak değil, Sultanî bir olay olarak algılamakta, bununla da onun İranî kökeni hakkındaki iddiaları reddetmektedirler. Aslında bu husus, yani Nevruz’un kökeni problemi her zaman tartışmaya açık olduğu gibi, “Nevruz=No Ruz” adının Avesta formu bile günümüze ulaşmamıştır. Böyle olmasına rağmen yine de “Nevruz” kelimesine bakarak bunu İranlılara bağlamak pek de doğru değildir
Kısaca ifade etmek gerekirse, gerek İslam öncesi, gerek İslam sonrası zaman zaman İranlılarca dinîleştirilmeye gayret edilmiş olan Nevruz, bazı marjinal gruplar dışında, Türklerin çoğunluğu tarafından hiçbir zaman dinî bir bayram olarak algılanmamış, baharın gelişi ile sembolize edilen bir “yeniden doğuş” bayramı olarak kutlanılmış ve günümüzde de bütün Türk ülkelerinde aynı amaç ve düşünce ile kutlanılmaktadır. Ayrıca biz bu kutlama pratiklerinde su serpme, su ile yıkanma, ateş ve ışık yakma, toprak atma, çeşitli uygulamalarla fala bakma, bol yağmur için tanrılara içki sunma vb. Türk kültürünün bir ürünü olan Ergenekon Bayramı ile Önasya Nevruzu’nun bir tür birleşimini de görmekteyiz.
Bayram kutlamaları nasıl yapılmaktadır?
Daha öncede ifade edildiği üzere Nevruz bayramı bütün Türk ülkelerinde Nevruz bayramı kutlanılmaktadır. Kutlamalarda en önemli şey; bu bayrama özel olarak yapılan kült özelliği taşıyan yemeklerdir. Kazakistan’da Nevruz Koje çorbası yapılır. Bu çorbanın içinde Su, süt, Qurut, et, arpa ,pirinç ve tuz bulunur. Bu çorba iki hafta boyunca haftanın tekli günlerinde akraba,eş-dost ve komşulara dağıtılır.
Özbekistan ve Kırgızistan’da Sömölök/sumelek adlı bir tatlı yapılır. Bu çimlenmiş taze buğday filizlerinin ezililip nişasta ile karıştırılması ve uzun süre kaynatılmasıdır. Bu da eş-dost ve akrabalara ikram edilir. Bizdeki Aşure gibi. Kutlamalarla ilgili olarak Şehriyar’ı dinleyelim.
Baynam yeli çardahları yıhanda
Navruz gülü kar çiçeği çıhanda
Ağ bulutlar köynekli sıhanda
Bizden de bir yar eyleşyen sağ olsun
Dertlerimiz goy dikelsin dağ olsun.
***************************
Bayram olup gızıl balçık ezeller.
Nakış vurup otağları bezeller
Tahçalara düzmeleri düzeller
Gız felinin fındıgçası henası
Heveslener anası gaynanası
************************
Yumurtanı göyçek güllü boyardık
Çakkıştırıp sınanların soyardık
Oynamadan bizce meğer oyardık
Eli mene yaşıl aşık vererdi
Irza mene navruz gülü dererdi
**************************.
Bayram idi geççe guşı ohurdi
Adahlı gız bey çorabın tohurdi
Herkes şalin bir bacadan sohurdi
Ay ne güzel gaydalı şal bağlamak
Bey şalına bayramlığın bağlamak
Hediyeleşilir,
Aşık oynanır.
Fala bakılır. Kulakasma/kapı dinleme yapılır.
Ergenekondan çıkış bayramımızın 4653. yılı hepimize kutlu olsun.
Yorumlar kapandı.